İktisatçı bir akademisyen olarak ekonomiyi ve ekonominin aktörleri olarak bankaların politikalarını yakından
İktisatçı bir akademisyen olarak ekonomiyi ve ekonominin aktörleri olarak bankaların politikalarını yakından izlerim. Aslına bakarsanız bankaların politikalarına ilişkin dönem dönem teknik içerikli oldukça sert yazılar da kaleme alırım. Ancak son günlerde bir kamu bankası olan Halkbank ile bir vakıf üniversitesi olan Şehir Üniversitesi arasındaki ticari ilişkinin teknik ve hukuki boyutu göz ardı edilerek siyasi bir malzeme olarak gündeme getirilmesini dikkatle takip ediyorum. Açıkçası bir öğretim kurumunun bu hale gelmesi üzücü. Öte yandan kurumun bu hale gelmesinin teknik ve hukuki gerçeklerinin üzerinin örtülüp yersiz polemiklerle gerçek sorumluların yerine başkaca bir günah keçisi aranması hususu ise çok daha üzücü.
VAKIF ÜNİVERSİTESİ DEVLET ÜNİVERSİTESİ FARKI
Ülkemizdeki yüksek öğretim sisteminde iki farklı üniversite modeli var. İlki devlet tarafından kurulan ve bütçeden ödenek ayrılarak finanse edilen devlet üniversiteleri. İkincisi ise vakıflar tarafından kurulan ve kanun gereği finansmanının yine kurucu vakıf ve vakfın bağışçıları tarafından yapılması gereken vakıf üniversiteleri. Vakıf üniversitesi ile devlet üniversitesinin finansmanı üzerinden ortaya çıkan bu temel fark; bir vakıf üniversitesinin kurulmasının ve öğretiminin sürdürülmesinin vakfın finansman gücüne bağlı olduğunu ifade eder.
VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN BANKALAR İLE İLİŞKİLERİ
Vakıf üniversiteleri mevzuatta belirtildiği haliyle “kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile Vakıflar tarafından kurulmuş bulunan üniversite” tüzel kişiliğindedir. Bankalar da tabi oldukları kanunlar çerçevesinde hareket etmek zorunda olan tüzel kişiliklerdir. Bu tüzel kişiliğinin hisselerinin kamuda olması bu durumu etkilemez ve söz konusu iki tüzel kişinin ilişkilerini yine hukuk çerçevesinde ele almak gerekir. O halde bir vakıf üniversitesinin finansman kalitesi bozulursa “devlet bankası bizi kurtarsın veya bankacılık kanununa aykırı işlemler yapsın” gibi bir talepte bulunma şansı yoktur. Zira YÖK’ün de ilgili açıklamasında altını çizdiği üzere vakıf üniversitelerinin bankalardan kredi kullanması üniversiteler ve bankalar arasındaki özel hukuk ilişkisidir.
ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ DURUM NE?
Şehir Üniversitesi 2016-2018 yıllarında kampüs inşaatında kullanmak üzere Halkbank’tan kredi almış. Yani kurucu vakfın yeni bir kampüs inşaatı için ya yeterli parayı vermemesi ya da verememesi yüzünden krediye ihtiyaç duyulmuş. Böylelikle iki tüzel kişi arasında hukuki ilişki başlamış ve Halkbank, üniversitenin inşaatının finansmanını kredilendirmiş. Banka üniversiteye kredi kullandırırken her kredide yapmak zorunda olduğu üzere teminat istemiş, üniversitenin gelirleri ve öngörülen öğrenci sayıları üzerinden ciro tahminlerini yapmış. Ancak nihai aşamada, üniversitenin ana bağışçısının çekilmesi, öngörülen öğrenci sayılarına üniversitenin ulaşamaması ve nihayet tahmin edilen ciroların elde edilememesi kredi ödemelerinde aksamalara neden olmuş. Bu noktada ise bankanın aksayan taksit ödemelerinde vade ötelemesi dahil pek çok kolaylığı üniversiteye sağladığı da biliniyor.
Ancak tüm bunlara rağmen borç ödenememiş ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin daha önceden üniversiteye tapu devri yapılan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndaki arazinin, devir iptaline ilişkin davayı kazanması ile de bankanın alacağına ilişkin teminat ortadan kalkmış. Hal böyle olunca da Halkbank kredinin nasıl ödeneceğine ilişkin olarak üniversite ile görüşmeler yapmış ve finansal olarak uygun bir çözüm önerisi üniversite tarafından sağlanamayınca her kredide yapması gereken hukuki işlemleri başlatmış. Bu durumu Şehir Üniversitesi’nde ders veren ticaret hukuku, finans ve işletme alanındaki akademisyenler ile istişare ederlerse üniversitenin içine düştüğü durumun teknik ve hukuki nedenlerden kaynaklandığını sanırım onlar da ifade edecektir.
KONUYU YANLIŞ ŞEKİLDE TARTIŞMAK
Şehir Üniversitesi’nin içinde olduğu duruma ilişkinin konunun yanlış tartışıldığı kanaatini taşıyorum. Her ne kadar burası bir vakıf üniversitesi olsa da tüzel bir kişilik olarak finansmanının iyi yönetilmesi gerekirdi. Vakfın ana bağışçısı konumundan çekilen Murat Ülker, ayrılmadan önce üniversiteyi borçlanma konusunda uyardıklarını söylüyor. Öğrenci sayısı artırılamıyor, borçlar ödenemiyor, kredinin teminat konusu olan arazinin usulsüz tahsis edildiğine yönelik mahkeme kararı çıkmış, vakıf ana bağışçıyı kaybetmiş, yenisini bulamamış ama oluşturulan algı hükümetin ve kamu bankasının üniversiteyi bu duruma soktuğu yönünde.
Özetle, konu teknik alanlar yerine algısal düzleme çekilerek tartışılıyor ki bunun başta üniversitenin kendisi olmak üzere kimseye faydası yok. Üniversitenin finansal yönetimindeki teknik kalitesizliğin dayanaksız kamusal baskı oluşturularak örtülmesi, tamamen teknik ve hukuki bir konunun sanki siyasiymiş gibi yansıtılması, bir kamu bankasının mevzuat dışı işlemlere başvurmadığı için suçlanması, her zaman vakıf üniversitelerinin gelişmesine yönelik inisiyatif alan YÖK’ün ve daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde vakıf üniversitelerinin önüne açan/destekleyen bir hükümetin töhmet altında bırakılması her şeyden önce “üniversite” adını taşıyan bir kurumun sahip alması gereken akademik, etik, ahlaki ve hukuki niteliklerle uyuşmuyor.