Uyduruk din olmaz, uyduruk bilinç olur

Uyduruk din olmaz, uyduruk bilinç olur

Geçen hafta kendisini peygamber Mesih ilan eden İskender Evrenesoğlu öldü. Arkasında binlerce insan bu adamın cen

Konutta 8 sınıflı yeni dönem başladı
'Lavaboyu kullanma' bahanesiyle hırsızlık yaptı: Bir ay nasıl geçineceğiz
Fahrettin Altun: Suriye Kürtlerinin PKK ile eşdeğer görülmesine…

Geçen hafta kendisini peygamber Mesih ilan eden İskender Evrenesoğlu öldü. Arkasında binlerce insan bu adamın cenazesine katıldı ve peşinden gözyaşı döktü. Bu kadar insan nasıl böyle birisinin peşinde koşmuştu, onun için nasıl gözyaşı döküyordu? Elbette üzerinde düşünmemiz gereken bir mesele bu. Ölen ve kendisini Mesih ilan eden adamın yaptıklarını genelleyerek büyük bir hazla “uyduruk din” diye çığlık atanlar meseleye doğru yaklaşmıyorlar. Çünkü bütün irfan insanlarını, bütün meşrepleri ve sufileri zan altında tutuyorlar. Yanlışa yanlışla verilen akıl tutulmaları bunlar. Tam bir skolastik düşünce. Bilginin tek başına her şeyi doğru ya da yanlış yapacağına inanıyorlar. Uyduruk din diye bir şey olmaz. Çünkü din ile kurduğumuz ilişki tek yönlü değil. En az iki boyutu bilmedikçe cehalet içinde dolaşıp dururuz. Din, ed-din olarak zaten hakikat. Uyduruk olan bir varlığa, bir olguya, bir hale, bir harekete, bir inanışa din denmez. Uydurulan, uyduruk olandır. Fesada uğramıştır, yani tahrif edilmiştir. Din, tahrifat değil. Din, tahrifatla karşılaşabilir ama tahrifata uğradığında da zaten din olmaktan çıkar. Bundan dolayı çok haklı bir biçimde İslam düşüncesinde “dini tahrif edenler”, “dini bozanlar”, “dini parça parça edenler” gibi tabirler kullanılır.

Uyduruk din tabiri ise bizzat kendisi uyduruk! Kavramın kendisi bir fesadı, yani bozulmayı imgeliyor. Mesela zehirli süt dediğimizde onu düzeltmemiz mümkün değil. Çünkü süt özüyle de fesada uğramış ve süt olmaktan çıkmıştır. Peki neden böyle bir kavram kullanılıyor? Cevabı yine kavramın kendisinden öte onu üreten zihne yoğunlaşarak bulabiliriz.

Dinin yanlış anlaşılması olabilir, ama uyduruğu olmaz. Benzer bir biçimde kendini Mesih ilan edenlerin çıkması, sahte şeyhlerin çıkması ve hatta yalancı peygamberlerin çıkması da dinin kendisinden kaynaklanmaz. Tahrifata uğramış dini anlayışlar burada etkilidir. Ama sadece bunlarla da sınırlı değil. Doğru çalışan zihinler, ahlaklı insanlar ve sağlıklı kişilikler bilgiyle de doğru ilişki kurarlar. Benzer bir biçimde din ile de doğru ve sağlıklı bir etkileşime girerler. Ama bilinç problemleri olanlar, patolojik özelliklere sahip olanlar, dünya hırsına boğulanlar, tutku ve beklentileri için ahlaki sınır tanımayanlar her konuyla sorunlu ilişki kurdukları gibi dinle de sorunlu ilişki kurarlar.

Patolojik bilinç ya da kötü bilinç algılamayı doğru yapamaz. Kendi öznelliğinin karanlık tarafıyla görür ve duyar. Karanlık öznelliğiyle hisseder. Yani kalp, göz, kulak nasıl ki fiziki olarak doğru çalışmadığında yanılıyorsa ruhsal olarak da doğru çalışmadığında yine yanılır. Bu yanılgılar üzerine dine doğru bir yönelimsellik içine(Husserl’in ifadesiyle) giremez. Dine doğru akan yönelimselliğimiz bizi yansıtır çünkü. O nedenle yöneldiğimiz varlıkla sübjektif, patolojik ve çarpık bir düzlemde etkileşime gireriz.

Mesihler ve sahte din adamlarının ortaya çıkması da dini paradigmadan kaynaklanmaz. Özellikle bu din, hakikat olarak kendini korumak için kelam, fıkıh ve irfan bileşeninde bir çerçeve ve tecrübe geliştirmiş ise. Ciddi kritikler ve yöntemleri bilim haline getirmiş ise… Alman düşünürü Gadamer, “doğru” ufukların kaynaşmasıyla gerçekleşir diyor. Yani özneler arası sağlıklı, bir birine açık ve bir birini anlamaya yönelik bir düzlem var olduğunda… Bu yaklaşım din ile insan arasındaki ilişkide de geçerli. İnsan dine açık, sağlıklı ve anlamaya yönelik bir ufukla yöneldiği zaman din de ona kendisini bu şekilde sunar. Nitekim dinin sahibi de “verdiğimiz sinek örneğiyle kimisi inanır kimisi de inkar eder” der. Bundan dolayı bozulma ve uydurma meselesinde doğrudan dini hedefe koymak aptalca bir tutum. Bunun yerine dine olan yönelimselliğin amacı, öznelliği ve anlamsal tutumu büyük bir önem taşır. Uyduruk bilinç asıl meseledir. Yanlış din anlayışından daha fazla yanlış bilinç meselemiz ve yanlış öznellik meselemiz var. Bundan dolayı İslam ahlakı insanın benliğini(nefsini) ıslah etmeyi ve iyi insan kişiliğine sahip olmayı öncelikli bir mesele yapar. “Kendini bilen(marifet içinde olan), rabbini bilir( marifet içinde olur)”. Marifete varmayan bir benlik, dine de arif olamaz.