Fahrettin Paşa’yı Medine Müdafaası’ndaki muhteşem kişiliği ile tanıyoruz. Feridun Kandemir taraf
Fahrettin Paşa’yı Medine Müdafaası’ndaki muhteşem kişiliği ile tanıyoruz. Feridun Kandemir tarafından yazılan kitap bir destan niteliğindedir. Kandemir’in, İstanbul’da izlenimlerini paylaştığı ortamda Yahya Kemal ve Süleyman Nazif de vardır. Süleyman Nazif’in Feridun Kandemir’e, git bütün İstanbul duysun, dediği olaylar 1918’de Medine’de yaşanmıştı. O günlerin hadiselerini benzer duygularla algılamaya çalışmanın bir manası yok, bu neredeyse imkânsızdır. Fakat aynı coğrafyanın tekrar büyük sorunların merkezinde olması o günlerin hadiselerini anlamamızı gerektiriyor. Unutulmuş geçmiş peşimizi bırakmaz, kendini hatırlatır.
Devrin olaylarını Cemal Paşa’nın uygulamalarına indirgeyen çok sayıda kişinin olduğunu biliyoruz. Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkışı, yıllarca, Suriye’de idam edilen ve sürgüne gönderilenler üzerinden izah edildi. Hâlbuki Osmanlı’ya karşı Fransa ve İngiltere ile kurulan ilişkiler, Batı Avrupa emperyalizminin Ortadoğu coğrafyasında kalıcı bir şekilde yerleşmesine imkân tanımaktaydı. Birtakım elitler örgütlü bir şekilde İngiltere ve Fransa ile ilişkiler kuruyor ve coğrafyayı belirsiz bir geleceğe doğru sürüklüyorlardı. Amacımız geçmişin acı olayları üzerinden bugünün dünyasında yeni düşmanlıkları alevlendirmek değildir. Yüz yıldan fazla bir zamandır farklı emperyalist devletlerin at oynattığı bölge yeniden hararetlendi.
Arap milliyetçiliğinin Osmanlı ve Türk düşmanlığı üzerine bina edildiğini iddia etmek oldukça iddialı bir yaklaşımdır. Nasır dönemini yeniden ele almak gerekir. Süveyş Kanalı’nın millîleştirilmesi süreci Nasırizm açısından çok önemliydi. Bu dönemde Arap milliyetçiliğinin yükselişe geçtiği bilinir. Ümmü Gülsüm’ün şarkıları üzerinden dönemin Arap milliyetçiliğini değerlendirmek bile ufuk açıcı olabilir. Mısır’da yükselen Arap milliyetçiliğini Türkiye düşmanlığına indirgemek için Mısır üzerindeki İngiltere, Fransa ve İsrail baskısını yok saymak gerekir. Nasır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirmekle sadece iktisadî hegemonyayı kırmış olmayacaktı, bilakis Mısır’ın millî gururunu ayağa kaldıracaktı. Nasır başarabilseydi Mısır’ın önünde durmak kolay olmazdı. Ümmü Gülsüm’ün ilk dönem İslam tarihini hatırlatan şarkıları “yükseliş” veya “uyanış” çağrışımlarıyla yüklüdür.
Suriye’de 1920’de başlayan Fransa karşıtı mücadeleyi de çok önemsemek gerekir. Fransız orduları Suriye’ye girerken ilk direniş Meyselun’da gösterildi. Bu, küçük bir savaş olmasına rağmen çok önemliydi. Şehit düşen komutanın Halepli genç bir Türkmen olması coğrafyanın derin bağları hakkında fikir verir. Suriyelilerin gösterdiği dirençle ortaya çıkan duygular ve fikirler Mısır’da dahi etkili olmuştur. Filistin direnişinin de Suriye’den izler taşıdığı bilinmektedir. Fakat nedense Batı Avrupa emperyalizminin coğrafyada meydana getirdiği yıkımlar görmezden gelinmiştir. Bugün Mısır’da gösterime giren bir dizinin Osmanlı ve Türk düşmanlığı ile malul olmasını önemsemek gerekir. Arap milliyetçiliği, Cemal Paşa’nın uygulamalarına indirgendiği için Batı Avrupa’nın Ortadoğu sömürgeciliği önemsizleştirilmişti. Benzer bir durumun tekrarı, sömürgecilik ilişkilerinin derinliğini ve gücünü gösterir. Fikrî bağımsızlık ilmî ve entelektüel çabaların sonucu mudur yoksa askerî ve iktisadî başarıları takip eden bir faaliyetler toplamı mıdır, zamanla anlaşılacak.
Fahrettin Paşa bir Osmanlı subayıydı ve İttihatçıydı. Birtakım elitler İngiltere ile anlaşırken o, Medine’yi müdafaa etti. Suudîlerin Arap milliyetçiliğini temsil ettiğine dair bir emare yoktur. Sahici bir entelektüel hareketliliğe de yol açamamışlardır. Onlardan Türk ve Osmanlı düşmanlığına dayalı bir düşünce Arap toplumlarını etkileyemez. Buradan ancak Selman ve Zaid gibiler çıkar. Onlar da ataları gibi Batı emperyalizmine teslim olurlar. Bizim Mustafa Kamil Paşa ve Emir Şekip Aslan gibi entelektüelleri iyi tanımamız gerekir. Biri Abdülhamit diğeri de Enver Paşa döneminin insanıdır. Fahrettin Paşa’nın İttihatçı olması da önemlidir. Tarihi, eski alışkanlıklarımızla değerlendiremeyiz. Cemal Paşa’nın uygulamalarını öne çıkaranlar zaten ayrılıkçı bir gündeme sahiptiler. En kötüsü ise İngiltere ve Fransa ile gizli gündemlere sahip olmalarıdır.
Yüz yıl önce bıraktığımız yere döndük. Seçkinciliği temel alan yapılar yabancılarla iş tutmaktan kaçınmıyor. Kozmopolit ortamlara teslim olmamış unsurlar da sahici fikirlere öncülük ediyor. Bunun yeni bir başlangıç olduğu açıktır.