1990’lı yıllardan sonra literatüre girmiş ancak 2000’li yıllardan itibaren yaygınlaşmış bir k
1990’lı yıllardan sonra literatüre girmiş ancak 2000’li yıllardan itibaren yaygınlaşmış bir kavram olan “yumuşak güç”, başka kişi, grup ve toplumların istediğiniz biçimde istemelerini sağlamak anlamına gelmektedir. Kavram yeni olsa da bu amaç ve bazı araçları tarih boyunca var olagelmiştir. Hatta yumuşak güç, devletlerin ortadan kalkması, imparatorlukların yıkılması ve yerine yeni yapıların kurulmasında etkin olan askeri ve ekonomik, yani sert güç kadar eskidir. Tarihte yumuşak güç kullanımının pek çok araçları ve dolayısıyla örnekleri bulunmaktadır. Belki modern dönemin eskilerden farkı devreye iletişim araçlarının ve yaygın eğitimin girmesidir. İslâm’ın yayılmasında “kolonizatör dervişler” ile silah ve hatta sermaye taşımayan zeki tüccarların uygulamaları; Batı’nın da İslâm dünyasına karşı desteklediği misyonerlik faaliyetleri yumuşak gücün tarihteki en belirgin örnekleridir.
Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği en önemli yumuşak gücü Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) faaliyetleridir. İstatistiklere göre bugün dünyada kendi ülkesinin dışında öğrenim görenlerin sayısı sekiz milyona yaklaşırken; 2030’lu yıllarda bu sayı 20 milyonu aşacaktır. İlk etapta “Ne var bunda?” denilecek gibi görülse de yakın gelecekte adeta yepyeni bir uluslararası neslin doğacağına işaret etmektedir. Tabii olarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin her biri hatta kimi güçsüz ülkeler bile bu pastadan payını almak istemektedirler. Büyük ölçüde eğitim aldıkları ülkelerin mantalitesini kavramış, ancak evrensel değerlerin de farkında olan bu yeni nesil, kendi ülkelerinin geleceğini yeniden yapılandırırken bir vefa borcu olarak eğitim aldığı ülke ile ilişkilerini tabii hale dönüştüreceklerdir.
YTB’nin verilerine göre; bugün Türkiye’de 148 bin yabancı öğrenci bulunmaktadır. Yine aynı verilere göre bunların 25 bini Türkiye burslusu öğrencilerdir. Birçok ülkenin ordusundan büyük olan bu rakamın ne anlama geldiğinin hâlâ anlaşılmadığını düşünmekteyim. YTB burslusu olarak veya kendi imkânları ile ülkemize gelen öğrencilerin üniversitelere kayıt işlemleri -bazı bölümler hariç- oldukça kolaylaştırılmış ve bu durum üniversitelerimize ilgiyi arttırmıştır. Benim de muhatap olduğum birçok üniversite yönetimi de yabancı öğrenci bulundurmayı prestij olarak benimsemiş ve onları ağırlamak için imkanlar hazırlamışlardır. Gel gör ki, akademisyenler aynı anlayışa ve olgunluğa kavuşamamışlardır. Kendilerine emanet edilen bu gençlere misafir muamelesi göstermekte başarılı olsalar da; eğitimlerini üstlenmekte ve onlara yeterli zaman ayırıp yetişmelerine katkı sağlamakta aynı başarıyı gösterememektedirler. Bu durumu gerek karşılaştığımız yabancı öğrenciler ve gerekse akademisyenlerin şikâyetlerinde görmekteyiz. Daha da acısı özellikle lisansüstünde yaptırılan tezler bunun açık izlerini barındırmaktadır. En tanınmış üniversitelerde bile yabancı öğrencilerin tezlerinde var olan dil ve bilgi zafiyeti, danışman ve jürilerinin görevlerini yerine getirmediklerini göstermektedir. Bu da Türkiye’nin en büyük yumuşak gücü olan YTB’nin gayretlerini etkisiz kılmaktadır.
Bunun için öğrenci seçiminden alanlara yerleştirilmelerine, tez seçiminden sonuçlandırılmasına kadar, YTB-üniversite işbirliğinin yeniden gözden geçirilip işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir.
Özellikle Afrika’dan gelen öğrenciler konusunda yine bazı Afrikalı yetkililer ile yaptığımız görüşmelerde; Türkiye mezunu öğrencilerin mezuniyet sonrası ülkelerindeki konumlarının da takip edilmesi ve mümkün olduğunca desteklenmesi istenmektedir. Bu talep yerinde ve haklı bir taleptir. Ancak işletilmesi de bir o kadar zordur. Zira ilgili ülkelerin ekonomik durumları ve işsizlik sorunları bizim yetiştirdiğimiz öğrencilere yeterli imkânı sağlamamaktadır.
İşte bu durumda Türkiye üniversitelerine yeni bir görev düşmektedir. Öğrenci yetiştirdikleri üniversiteler ile işbirliği yapıp gerçek ihtiyaçları belirlemek ve kendi yetiştirdikleri öğrencilerin arkasında olduklarını göstermek.
Son yıllarda üniversitelerimizin Erasmus hareketliği dışındaki yabancı üniversiteler ile ilişkiler geliştirmekte hevesli oldukları görülmektedir. Ancak heveslerini bir mutabakat metni imzalamaktan öteye taşıyamamaktadırlar. Karşı tarafa taahhütlerini yerine getirmemekte veya ihmal etmektedirler. Tabii olarak arzuladığımız işbirliği de doğmamaktadır.
Meseleyi daha müşahhas kılalım. Türkiye-Sudan arasındaki ilişkiler her ne kadar zikzaklar çizse de Afrika’da en önemli potansiyel müttefikimizdir. Üniversitelerin de ülkede prestijleri yüksektir. Yani onların güven duyduğu ülkelere devletleri de güven duymaktadır. Bu ilişkileri geliştirmek için canla başla çalışan Sudan Büyükelçimizsn. İrfan Neziroğlu’ndan aldığım bilgiye göre, pek çok üniversitemiz Sudan üniversiteleri ile işbirliği mutabakatı imzalamışlardır. Mutabakat imzalanan bir üniversiteye sorduğumda; 13 Türk üniversitesinin kendileri ile mutabakat imzalamalarına rağmen; Çankırı Karatekin Üniversitesi hariç hiçbirinin taahhütlerini yerine getirmediklerini ifade etmişlerdir. Oysa pek çok işbirliği alanı olduğu gibi, bu işbirliğini yürütmek için de ülkemizde hazır yüzlerce Sudanlı öğrenci bulunmaktadır.
Yumuşak güç sadece bir söylem değil, aynı zamanda eylemdir. Dünyanın bütün ülkeleri 2030, 2050 hedeflerini gerçekleştirmek için bu doğrultuda planlar yaparken; bizim de bu büyük gücü ıskalamamız hatta fırsata dönüştürmemiz gerekmektedir.