SSCB gibi ülkelerde rejimlerin çökmesi hakkında konuşan Güney Afrikalı komünist lider Joe Slavo, bu gelişmelerin Marksizm'in bir teori olarak çöktüğü
SSCB gibi ülkelerde rejimlerin çökmesi hakkında konuşan Güney Afrikalı komünist lider Joe Slavo, bu gelişmelerin Marksizm’in bir teori olarak çöktüğü anlamına gelmediğini söylemiştir.
Slavo’ya göre sorunlar, Marksizm’in yanlış uygulanması ve teoriden sapmalardan kaynaklanmıştır.
Bugünkü İslami söylem de Slavo’nunkinden farksız: İslam dünyasında olup bitenlerin gerçek İslam’dan sapmaktan kaynaklandığı iddia ediliyor.
Halbuki, Marksizm, İslam yahut liberalizm gibi insanlığın kurtuluşunu vaat eden paradigmalar zaten teorik olarak kendi bakış açılarına göre hatasızdırlar.
“Teorik temelimde bazı hatalar vardır” diyen bir paradigmaya henüz rastlanmamıştır.
Yani, Marksizm’in yahut İslam’ın teorik olarak kusursuz olduğunu iddia etmek totolojidir. İlkokul düzeyinde bir bilgidir ki önemli olan pratikte başarılı olmaktır.
Bu yaklaşımın acıtıcı bir sonucu var: Dini gerekçelerle yapılan ve insanların tepkisini çeken bazı uygulamaların kaynağı o zaman İslam dinidir.
Burada “hangi İslam?” diye sormak anlamsızdır çünkü küçük grupları peşine takabilmiş alternatif yorumlar bir kenara standart İslam’ın ne olduğu bellidir.
Yani, İslam’ın ne olduğu gibi post-modern bir tartışma lüzumsuzdur.
İslam, her camide bulabileceğimiz bir ilmihaldeki yahut hutbede konuşan hocanın sözlerindeki dini yorumdur.
Ümmetin çoğunluğu da bu ilmihallerden ve hocalardan duyduğu dini sorgulamamakta aksine İslam olarak kabul etmektedir.
Sanki yeryüzünde Müslümanların çoğunluğu bu İslam’ı benimsemiyor gibi entelektüel bazı yorumların aslında gerçek İslam olduğunu iddia etmek yanıltıcıdır.
Dolayısıyla ilmihallerden, hocalardan öğrendiğimiz bu dini yorum, İslam’dır ve garip bir şekilde “ama bu gerçek İslam değil ki” diye tepkiyle karşılanan uygulamaların kaynağı da bu İslam’dır.
Bir örnek verelim: İslami açıdan erkeklerle kadınlar tokalaşabilir mi?
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu şöyle demiştir: Hanefi mezhebine göre yabancı bir kadına dokunmak günahtır, Şafii mezhebine göre ayrıca bu eylem insanların abdestini bozmaktadır.
Dolayısıyla İslam’a göre kadınla erkeğin tokalaşması yasaktır.
Bunun karşısında yenilikçilerin çıkıp bazı istisnai örnekleri hatırlatıp “aslında böyle değil” demesi Müslümanların kahir ekseriyetinin din anlayışı açısından önemli değildir.
Yine örneğin, geçenlerde bir rektör, İslam’da esas olanın kul hakkı olduğu ve insan haklarının Batı’dan gelen zararlı kavram olduğunu söylemiştir.
Yine reformcu ilahiyatçılar bunu eleştirmiş ve kul haklarının aslında insan hakları olduğunu iddia etmiştir.
Burada yine aynı yanılsama var: Kul hakkı ve insan hakları aynı şeyler değillerdir.
Mesela bir lezbiyenin öğretmenlik yapma hakkına karşı gelmek kul hakkına girmez, iken insan hakları ihlalidir.
Dinsizlik propagandası yapmak insan haklarının garantisi altında iken, kul hakkı ihlali değildir.
İhsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 16. Maddesine göre “yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.” Halbuki İslam’a göre Müslüman olmayan erkekler Müslüman kadınlar ile evlenemez.
Örneğin bir ateistin Müslüman bir kadınla evlenmesini engellemek insan hakları ihlali iken, İslami açıdan bırakın kul hakkı ihlali olmayı engellemeyi yapmak dini görevdir.
Bu tartışmalar şunu gösteriyor: Bazı yenilikçilerin kul hakkı kavramını evrensel insan hakları ile eşit görecek şekilde yorumlamaya kalkması heyecan vericidir ancak bunun bir karşılığı yoktur, çünkü bunlar standart İslam’ın içine asla sokulmazlar.
Son tahlilde camide, ilmihalde, fetvada karşımıza çıkan İslam yolunu değiştirmez.
Ve bu yorum, kadın konusundan devlet toplum ilişkilerine kendi özgü sonuçlarını üretmektedir ve üretmeye devam edecektir.
Dolayısıyla dini yorum ve pratikten kaynaklanan bazı sorunlara reformcuların “ama bu ideal İslam değil” demesi, dindarların da “bu sorunlar pratikteki hatalardan kaynaklanıyor” demesi anlamsızdır.
Açıkça yazalım: Müslümanlar, İslam’ı yanlış uygulamamakta tam aksine ilmihallerde, dini kitaplarda, müftülerin vaazlarında yahut şeyhlerin, hoca efendilerin sohbetlerinde öğrendiğine gayet uygun yorumlamaktadır.
Filan ülkede zina yaptığı için taşlanan kadınları görünce “ama bu gerçek İslam değil” diyen en ılımlı dini lider bile “bu yanlıştır ve artık İslam’da taşlama yoktur” asla dememektedir.
Çünkü İslam’da zina eden evli insan taşlanır hükmü orta yerde durmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın halka dağıttığı İlmihal’den İslam’ın bu konudaki görüşünü öğrenelim:
“Kur’an’da zina eden erkek ve kadına bedenî ceza uygulanması da emredilmiştir. Hz. Peygamber’in tatbikatında ise bu konuda bir ayırıma gidilerek, Kur’an’da zikredilen bedenî ceza evli olmayan kimselerin zinasına uygulanmış ve ayrıca bu kimseler bulundukları bölge dışına bir yıllığına sürgün edilmiş, zina eden evli erkek veya kadının ise taşlanarak öldürülmesi yönünde uygulamalar yapılmıştır.”
Hane halkına dağıtılan ilmihalde bu yorumları aktarmaya devam edip, çeşitli İslam ülkelerinde kırbaçlanarak cezalandırılan yahut taşlanarak öldürülen insanları görüp “bunların gerçek İslam ile ilgisi yok” demek çelişkidir.
İslam’ın kelam ve fıkıhta ana omurgası bellidir ve bu çizgiden bir milim sapmamak, yani değişmemek, ümmet tarafından namus davası gibi benimsenmiştir.
Nitekim, bunu değişime zorlayan yenilikçi yorumlar iki yüzyılı aşkın süredir ümmeti ikna edememiştir.
Öte yandan, dindarların da bazı uygulamaları görüp “gerçek İslam’da bu yoktur” şeklinde tepki verirken aynı hükümleri içeren İslim fıkhını baş tacı etmelerinin de nedeni ellerine fırsat geçerse dini farklı yorumlayacakları anlamına gelmekten ziyade bir tür taktiktir.