Erdoğan Kaşıkçı’yı savun muydu? Savundu ama hala…

The Washington Post Gazetesi, Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesiyle ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'basın özgürlüğü savunucusu' imajı çizmesinin ge

Nasdaq Dubai, ilk Suudi firmalarında vadeli işlem başlattı
ABD’de Sinagoga Silahlı Saldırı!
Kız Çocuklarımız Geleceğimiz

The Washington Post Gazetesi, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘basın özgürlüğü savunucusu’ imajı çizmesinin gerçekçi bir yönünün olmadığını belirtti.

Gazete haberinde, Erdoğan’ın gazeteci Kaşıkçı davasını savunur görünürken, ülkesinde çok sayıda gazeteciyi cezaevine gönderdiğine değindi:

Kırk yıla yakın bir kariyere sahip Can Dündar’a göre Türkiye’de gazetecilik daha karanlık bir dönem görmedi. Meslektaşları hapse atıldı, seyahat özgürlükleri engellendi, nefret kışkırtmak ve teröristlere yardım etmekle suçlandılar.

Büyük Türk medya şirketleri, en azından hâlâ var olanlar, hükümetin kurallarını takip ediyor.

Dündar bugünlerde Berlin’de sürgünde yaşıyor ve ülkesine dönmek istese büyük ihtimalle kendisini cezaevine gönderecek olan bir hükümeti eleştirdiği “Benim Türkiyem” isimli bir yazı serisi yayınlıyor.

Casusluk ve devlet sırlarını açığa vurmak suçlamaları yöneltilen, Türkiye’nin önde gelen gazetelerinden birinin eski genel yayın yönetmeni Dündar’a göre “Beni uçaktan iner inmez alırlar”.

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünya çapında tanınan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesi konusunda tam kapsamlı bir soruşturma emri verdi.

Ancak Dündar ve benzer basın çalışanlarına göre Erdoğan’ın Kaşıkçı olayında kullandığı gerçeklik ve açıklık talebi, basın özgürlüğüne karşı dünyanın görmüş olduğu en acımasız fakat etkili operasyonlardan birinde kullandığı stratejiye, tamamen ters düşüyor.

Erdoğan’ı eleştiren bazılarına göre, bir zamanlar kraliyet sarayının içinde yer alan ama sonradan Suudi hükümetine muhalif düşen Kaşıkçı, ifade özgürlüğüne baskı ve muhalifliğe toleransın ortadan kalkması sonucunda ülkesini terk etmek zorunda kaldı.

“Üzücü” diyor Dündar. “Eğer gazetecilere değer veriyorsa, Türkiye’deki, bizim gazetecilerimizin ne farkı var?”

Türkiye’de gazeteciler çok uzun zamandır risklerle karşı karşıya ama, söylediklerine göre Erdoğan’ın son yıllarda kullandığı yöntemler sayesinde ve iktidar ülkeyi daha otoriter bir yönetim altına soktukça, hükümetin hoşuna gitmeyen tüm yayınlar ortadan kaldırıldı.

Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) verilerine göre Türkiye dünyada hapiste en çok gazeteci barındıran ülke – Çin, Rusya ve Mısır’ın toplamından daha fazla. 2018’in ilk aylarında altı gazeteci ve medya çalışanı, ABD’de yaşayan ve 2016’daki darbe girişimini organize etmekle suçlanan din adamı Fethullah Gülen ile ilişkileri olduğu suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkum oldu.

Ama, hukuki açıdan risk altında olmayan gazeteciler için bile yeni tehlikeler bulunuyor. Engellenen darbe girişimi sonrası 100’den fazla yayın kuruluşu ve haber ajansı, Erdoğan’ın düşmanı olarak algılananların temizlenmesi kapsamında, devletin doğrudan emriyle kapatıldı.

Bazı diğer medya kuruluşları da Erdoğan yanlısı iş adamlarına ya da şirketlere satılarak hükümetin amigoları oldular. Medya çalışanları, söylediklerine göre artık bir “propaganda makinesi” haline gelen bir sektörde çalışmaya devam edip etmeme konusunda ahlaki bir ikilem içinde kaldılar.

Kendi kendini sansürlediğini kamuoyu önünde kabul etmekten kaçınmak istediği için isminin gizli kalması koşuluyla konuşan tecrübeli bir gazeteciye göre “Türkiye’de gazetecilik derin bir koma içinde. Tabular var. Hiçbir şey yazamıyorum. Alacakaranlık kuşağı gibi”.

Sınır Tanımayan Gazeteciler’in yayınladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 180 ülke arasında 157’nci sırada yer alıyor.

Geçtiğimiz yıl Bloomberg’in düzenlediği bir forumda hapisteki gazetecilerle ilgili bir soruya yanıt veren Erdoğan “Bahsettiğiniz kişilerin çoğu gazeteci değil, terörist. ‘Ben gazeteciyim’ demek sizi gazeteci yapmaz” sözlerini kullandı.

Erdoğan için medyayı kontrol etmek, şiddetle kutuplaşmış bir ülkeyi idare edebilmek ve olası krizlerin önüne geçebilmek için bir yöntem. Darbe girişiminde Meclis binası bombalandı, 200’den fazla kişi hayatını kaybetti ve Gülen hareketinin ordu ve devlet kurumlarındaki varlığını ön plana çıkarıldı.

Ama Erdoğan bu kriz ortamından faydalanarak siyasi muhaliflerini de susturdu. İnsan hakları örgütlerine göre, darbe sonrası düzenlenen operasyonlar ve yapılan tutuklamalarda, devlet karşıtları, gazeteciler ve masum seyircilerle beraber muhalif siyasetçiler de cezaevlerine götürüldü.

Özellikle Kaşıkçı olayı baz alınırsa, Erdoğan bu durumu da kendini gerçekleri söyleyen bir lider olarak gösterme, rakip ülke Suudi Arabistan’ı zayıflatma ve Türkiye’nin uluslararası itibarını parlatma fırsatı olarak gördü ve kullandı.

Haberin orijinalini buradan okuyabilirsiniz

Erdoğan’ın Kaşıkçı ile kişisel düzeyde tanışıklığı olduğu söyleniyor ve İslam’ın politika içindeki rolü hakkında benzer görüşler paylaşıyorlardı.

Salı günü yaptığı konuşmada Erdoğan Kaşıkçı cinayetini sadece gazetecilik mesleğine bir saldırı değil, aynı zamanda diplomatik bir bina içinde işlenmiş küstahça bir suç olarak tanımladı ve Suudi yetkililerin olayı örtbas etme çabasının “tüm insanlığın vicdanını acıtması gerektiğini” söyledi.

Türkiye’de yetkililerin söylediklerine göre hakkında dava açılan veya ceza verilen Türk basın mensuplarının çoğu gazeteci olarak düşünülmemeli çünkü mesleklerinin kapsamının çok dışında eylemler içine girdiler.

 

Öte yandan hukuki sorunlarla uğraşmak zorunda kalan gazetecilerin çoğuna göre, kendilerine karşı kullanılan delillerin tamamı gazeteciliğin günlük işlerine dair: makaleler, kaynaklarla mesajlaşmalar ve hatta ismi çıkmış bazı basın kuruluşlarıyla yakınlık.

Konuyla ilgili öne çıkan davalardan birinde, 2016 yılında mahkeme emriyle hareket eden polis Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazetesi Zaman’ın ofislerini bastı, protesto edenler üzerinde biber gazı kullandı ve gazete devlet kontrolüne geçti.

Gülen hareketiyle ilişkili olduğu düşünülen Zaman gazetesi çok geçmeden tamamen kapatıldı. Geçtiğimiz temmuz, gazetenin altı köşe yazarı ve editörü hapisle cezalandırıldı. Uluslararası Af Örgütü cezaları “absürt” olarak yorumladı.

Türkiye’de medyanın genel görünüşünü tanımlayan St. Lawrence Üniversitesi Türkiye uzmanı ve Ortadoğu Demokrasi Projesi kıdemli öğretim üyesi Howard Eissenstat’a göre ülkedeki önemli konular hakkında tüm televizyon kanalları uygun adım hareket ediyor.

“Yani öyle bir ülke düşünün ki yedi tane MSNBC veya Fox kanalı var ve verdikleri her haberde kayıtsız şartsız hükümeti destekliyorlar”.

Medyaya uygulanan baskının gazeteciler için kişisel düzeyde de sonuçları oldu. Üç yıl öncesine kadar ana akım muhalefet gazetesi Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeni olan Can Dündar gibi.

Dündar’a göre Cumhuriyet gazetesi “özgür basının son özgür kalelerinden biriydi” ve 2015 yılında Türk istihbarat teşkilatına ait tırların Suriyeli isyancılara silah taşıdığını gösteren video ve fotoğraflar yayınladı. Olayın ardından Erdoğan, Dündar’ın bu haberin bedelini “ağır ödeyeceğini” söyledi. Birkaç ay sonra Dündar gazetenin Ankara büro şefiyle birlikte tutuklandı.

Dündar o zamandan beri hukuksal bir araf içinde yaşıyor. Dava öncesi üç ay hapiste kaldı. Daha sonra geçici serbestlik hakkı kazandı. Ona “vatan haini” diyerek ateş eden bir kişinin saldırısından zarar almadan kurtuldu. (Saldırgan tutuklandı.) 2016 Mayıs ayında altı yıla yakın hapis cezası aldı.

Cezaya itiraz hakkı bulunan süre içinde yurtdışı yasağı konulmadı ve darbe girişimi yaşandığı sırada Barcelona’da yaşıyor ve yeni kitabı üzerinde çalışıyordu. Avukatları artık mahkemelerin onu dinlemeyeceğini söyleyerek Türkiye’ye dönmemesini tavsiye ettiler. Dündar bu tavsiyeyi dinledi ve Almanya’ya gitti.

“Sadece kitaplar ve yazlık giysilerle dolu bir bavulum vardı”.

Berlin’de gözlerden uzak bir hayat sürmeye çalışıyor. Söylediğine göre çok yalnız. Karısının Türkiye’den çıkması yasaklanmış. Güvenliği için önlemler alarak dikkatli davranıyor.

Bu yılın başlarında Türkiye’nin en yüksek mahkemesi Dündar’ın casusluk suçlamasından ötürü cezasının ağırlaştırılmasını istedi – 20 yıla kadar. Geçtiğimiz ay Berlin’i ziyaret eden Erdoğan, Şansölye Angela Merkel ile düzenledikleri basın toplantısında Dündar’ı “devlet sırlarını” açığa çıkaran bir “casus” olarak nitelendirdi ve Türkiye’ye iadesini istedi.

Dündar internet üzerinden bir haber sitesi kurdu ancak Türkiye çok kısa sürede siteyi engelledi. Aynı zamanda haftalık Die Zeit’a yazıyor ve Türkiye’deki gazetecilerin hakkında yazamadığı yolsuzluk ve basın özgürlüğü gibi konulardan bahsediyor. Dediğine göre bazen kendini gazeteciden ziyade bir aktivist gibi hissediyor.

“Ne yazık ki, bir özgürlük savaşçısıyım. ‘Ne yazık ki’ diyorum çünkü benim istediğim gazetecilik bu değildi. Ama bu şekilde yapmaya zorlandık”.