İç politika aracı olarak, ‘acıtmayan yaptırımlar’ diplomasisi…

İç politika aracı olarak, ‘acıtmayan yaptırımlar’ diplomasisi…

ABD/Batı’nın Türkiye liderliğine yönelik ‘kişisel’ eleştirileri mevcut krizin izahlarından b

762 kamera ile okullar güvenli
Bakan Pekcan'dan kadın girişimcilere ihracat çağrısı: Desteğimizle…
PKK ve FETÖ tiyatrosu

ABD/Batı’nın Türkiye liderliğine yönelik ‘kişisel’ eleştirileri mevcut krizin izahlarından biri değil. ABD/Batı’nın küresel mevcudiyeti ve yönetme becerilerindeki ağır erozyon ile Türkiye’nin on yıllardır zihin altında biriktirdiği dış politika kayıpları ve özlemlerinin özel bir karışımı…

2000’li yılların başından hareketle ABD/Batı, yeni bir Ortadoğu projesi başlattı ve o denli çıkarına bir tahayyül geliştirdi ki-sadece bölge için değil, Doğu Avrupa ve Avrasya için kilit taşı, bizzat Amerikalıların tarifiyle, ‘sıra dışı stratejik ülke’ olan-Türkiye’yi itip-kakmaya başladı…

S-400’ler hakkında Cumhurbaşkanı’nın kurduğu, “tarihimizdeki en önemli anlaşma” cümlesini aşabilecek daha basit izah olamaz. Öyle ki, ABD ve şürekâsının anlaması gereken, sadece Washington-Ankara ilişkisinin değil, adı geçen coğrafyanın tümüne bakışındaki ayarları düzeltmesi gereğidir.

Barış Pınarı da tıpkı S-400’ler gibi Türkiye-Batı ilişkilerinin uğradığı yapı-bozumun güçlü işaretlerinden. İlişkilerin eski günlere dönmesi bir kenara, krizi donduracak statüko dahi üretilemiyor…

***

Amerikalılar da şaşkın. Kendilerini şöyle telkin/teskin ettiler; Türkiye bir öfke nöbeti geçiriyor. Bunu atlattıktan sonra ABD’yi desteklemek için yeniden alışıldık ve öğrenilmiş ‘düzgün’ davranışlarına dönecek.

Oysa Türkiye histeri krizi geçirmiyordu.

Son 10 yılın veya Ak Parti hükümetinin kaprisleri değildi söz konusu olan. Erdoğan sadece artık dayanılamaz, yaşanamaz, taşınamaz hale gelen çıbanı patlattı ve irini akıttı. Hissettiğimiz ferahlık odur.

O çıban yetmiş yıldan fazladır iltihap topluyor. 1989’da son safhasına geçti. 1990’ların dış politika analizleri oldukça dramatik bir bagajımız olduğunu güzel anlatıyor; Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD’nin Türkiye’ye artık ihtiyacı kalmayacağı, NATO güney kanadında bir kalkana muhtaç olmayacağı sızlanmasıyla geçen uzun yıllar. Histeri oydu.

Bugünden bakıldığında komik gelebilir ama gerçek şu ki, o günün “hâkim” medya, akademi ve entelektüel dünyasının gözyaşları ile Fırat’ın doğusundan çekilen Amerikan askeri konvoylarını ‘gitmeyin diye taşlayan’ ruh hali arasında benzerlik var…

Bugün tek kutuplu, Amerika merkezli dünya mı daha çok imkân; diplomatik/ticari/askeri/siyasi manevra olasılığı sunuyor Türkiye’ye yoksa çok kutuplu dünya mı?

Bağımsızlık arzumuzu, karakterimizi hangisi tatmin edebilir?

***

Batı’nın yanlış anladığı şu; Türkiye-Rusya olmazlığını, kendi politikalarının berbat sonuçlarına değil, Ankara-Moskova ilişkileri tarihinin, jeopolitiğinin, kültürünün varsayımsal düşmanlığına yasladılar. Oysa o ‘kültür’ Amerikan kültürüydü. Bu yüzden-bizdeki kıymetlendirmeleri hâlâ etkileyerek-iki ülkenin savaş tarihini hatırlatmaya çalıştılar.

Doğrusu o savaş tarihi buna müsaittir. Ama savaş düşmanlığın en temiz formudur. Son noktadır, sonra biter.

Bahs-i diğer, Türk-Rus ilişkilerinin “işbirliği” dönemleridir. Şimdi girmeyelim ancak ilk akla gelen örnek, Kurtuluş Savaşı’nda iki ülke yardımlaşmasının “küresel siyasi şartları” ile bugünün “küresel siyasi şartları” arasındaki aynılıktır!

Cumhurbaşkanı’nın, cumhuriyetin 96’ncı yıldönümü vesilesiyle vurguladığı, “İstiklal Savaşı devam ediyor” mealindeki sözleri bu olmak lazımdır…

***

Berlin duvarının çökmesinden sonra ortaya çıkan yeni harita, kriz besleyecek bir Türk-Rus sınırı da barındırmıyor. Bu önemlidir. Kısa süre önce ülkemizde bulunan Gürcistan liderliğine Ankara’nın verdiği destek ile Suriye’de ricat eden Amerikan birliklerinin alan boşaltarak Rusya-Türkiye’yi “aynı sınırda baş başa” bırakma düşüncesi kopya okumalara çengellidir…

***

Bundan sonrası basit; Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini, dengesini Amerika’nın tercihleri belirleyecek!

Washington bunu iyi kurarsa, ilişkiler eskisi gibi olmasa da Rusya ile ilişkiler derinleşmeyecektir. Hatta üçlü bir mimari dünya için hayırlıdır…

***

İyi de, Amerika şu an bu akla, aklıselime sahip mi?

Sözde Ermeni soykırımı tasarısının ve Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle yaptırım tasarılarının karar altına alınması tersini söylüyor.

Tercih kendilerinin.

Ancak bize düşen var; sözde Ermeni soykırımı kararına gösterilen reaksiyonlar biraz o eski günleri hatırlatıyor!

Sakın! Biz Pavlov’un köpeği değiliz. Kongre kararları dünyanın o eski halinde kabul edilecek olsa farklı sonuçlar doğurabilirdi. O günkü korkularımız, o günkü şartlar ve gücümüzle ilişkilidir.

‘Cirmi’ni doğru tartalım. Kurşunlarını harcadılar, menzil etkisinin de dışındayız.

Kaldı ki, bu tasarılarla eş zamanlı bir üçüncüsü de Temsilciler Meclisi’nde onandı. Başkan Trump’ın azil sürecini önünü açan karar ile bize yönelik olanların ortak aklını görmeyecek miyiz?

***

Bu tasarı vesilesiyle konvansiyonel ve artık yaşlı koşullanmalarımızla, stratejik kaygılarımızı karıştırmayalım.

“Eğer arkamızda İsrail lobisi olsa idi bu tasarılar geçmezdi”, yani ‘İsrail’le barışalım’ tavsiyelerinin sahipleri, Ortadoğu’da tüm yaşananların vebalini taşıyanların “Yüzyılın Planı”nı, “Küre Koalisyonu”nu, ‘terör koridoru’ kurma hesaplarını tehdit edenin sadece bizim ülkemiz olduğunu unutmamalılar…

Bırakalım, ‘yandık, eyvah, soykırım kararıyla bizi mahkemeye verirler, toprak alırlar’ vahlanmalarını..

Şu sıralar kim toprak alıyor kim toprak veriyor Allah aşkına?