2018 yılının bitimine sayılı günler kala, hem geriye dönüp yaşananlara hem de bunların 2019’daki yansımalarının neler olabileceğine yönelik bir değerl
2018 yılının bitimine sayılı günler kala, hem geriye dönüp yaşananlara hem de bunların 2019’daki yansımalarının neler olabileceğine yönelik bir değerlendirme yapmak gerekirse, Milli Piyango biletine ve yılbaşı büyük ikramiyesine bakarak yola çıkmak, daha basit ve anlaşılır olacaktır kanısındayım.
Türkiye’nin 2018 yılı boyunca iç ve dış politika kaynaklı siyasi bunalımların yanında, bunların ekonomi üzerindeki gölgesinin ağırlaşmasından kaynaklanan ‘üç ayaklı’ bir kriz sürecine girdiğini ve bu krizin 2019’da daha da derinleşeceğini bugünden öngörmekteyim.
Milli Piyango’nun yılbaşı büyük ikramiyesine endeksli bir basit formülle konuyu açmaya çalışırsak, bence daha anlaşılır kılmak olanaklı.
Bu yılbaşındaki büyük ikramiye 70 milyon TL olarak açıklandı.
70 milyon liralık büyük ikramiyenin dolar karşılığı, bu yazının yazıldığı 19 Aralık 2018 itibarıyla 5.38 TL olan Merkez Bankası dolar satış kuru üzerinden, 13 milyon dolar.
2018 yılbaşı büyük ikramiyesi 60 milyon TL idi ve 3b77 TL olan 2 Ocak 2018 kuru üzerinden dolar karşılığı 15.9 milyon dolardı.
Büyük ikramiye, tutar olarak 10 milyon TL daha artmış olmasına rağmen, dolar karşılığı 3 milyon dolar azalmış!
AKP’nin iktidara geldiği 2002 Kasım’ının ardından 2003 yılbaşı büyük ikramiyesi o günün parasıyla 10 trilyon yani altı sıfır atılmasıyla bugünün 10 milyon lirasıydı.
Dolar kuru 1.63 TL idi ve büyük ikramiyenin dolar karşılığı 6 milyon dolardı. Büyük ikramiyenin yedi kat artışla 70 milyon liraya yükseldiğini düşündüğümüzde, bu yılın büyük ikramiyesinin AKP’nin iktidara geldiği yıl dolar karşılığı 42.9 milyon dolardı!
Büyük ikramiyedeki gelişmeleri, AKP iktidarının farklı yıllarıyla kıyasladığımızda, örneğin 2011’in 40 milyon liralık büyük ikramiyesi 26 milyon dolara, 2013’ün 50 milyon liralık yılbaşı ikramiyesi 28 milyon dolara karşılık geliyordu.
Özetle sadece son beş yılda yılbaşı büyük ikramiyesi ikiye katlanırken, dolar bazında yüzde 50’den fazla kayıp söz konusu.
Kanımca AKP’nin 3 Kasım’da 17. yılına giren iktidarının 2018 yılında Türkiye’yi getirdiği aşamanın ekonomik özeti, Milli Piyango ikramiyeleriyle somutlaşıyor.
Bu tablonun 2019’da daha da kötüleşeceği, vahim bir hal alacağı görüldüğü için, 3 Kasım 2019’daki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili genel seçimleri 1.5 yıl erkene alınarak, 24 Haziran 2018’de yapıldı ve Erdoğan 2023’e kadar beş yıl daha Türkiye’yi yönetme vizesini aldı.
Ancak artık yılın son günlerine geldiğimizde, ortadaki ekonomik tablo, 2019’un ya da en geç 2020’nin yeni bir erken seçime gebe olduğunun sinyallerini veriyor.
16 Nisan 2017’de yapılan referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri sonrasında, 24 Haziran 2018 seçimleriyle geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, parlamenter demokrasi yerine, radikal bir yönetim değişikliğini devreye soktu.
9 Temmuz’da TBMM’de yemin ederek yeni yönetim sisteminin ilk başkanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yayınladığı kararnamelerle, devlet sistemini alt üst eden, hemen tüm kurumları kendisine bağlayarak, tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bir devlet modeli oluşturmaya yöneldi.
Daha doğrusu çok önceden özlemini dile getirdiği “Türkiye bir anonim şirket gibi yönetilmeli” sözlerini hayata geçirme doğrultusunda, devleti şirkete dönüştürerek, kendisini CEO’luğa, damadını da şirket yönetim kurulu başkan vekilliğine getirme yönündeki adımları, peş peşe attı.
Bunun öncesinde 2018’in Nisan’ında, medyadaki en önemli hamlelerden birisi gerçekleştirilerek, Türkiye’nin en büyük ve en köklü medya grubu Doğan Medya Holding, kamuya ait Ziraat Bankası’nın Erdoğan’a yakın Demirören grubuna sağladığı 1 milyar dolarlık krediyle satın alınarak el değiştirdi. Böylece erken seçim öncesi Erdoğan ve iktidarın medya üzerindeki kontrolü yüzde 90’ın da üzerine çıktı.
Erdoğan çıkarttığı kararnamelerle oluşturduğu yeni modelde, özellikle kamu bankaları, ekonomik kurumlar, Hazine, Maliye, 60 milyar dolarlık kamu varlığına hükmeden Türkiye Varlık Fonu (TVF), gündeminde yaklaşık 70 milyar dolarlık yeni yatırım ve projenin yer aldığı Savunma Sanayii Başkanlığı vb. kurumları, kendisi ve damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak arasında paylaştırdı.
Yeni modelde artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) değil, Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olan kabineye atadığı bakanlar, ağırlıkla önceki dönemde AKP hükümetlerinin üst düzey bürokratlarından oluştu.
Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na getirdiği Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay’ın yanı sıra yatırımcı bakanlıklar olarak nitelendirilen, en çok ihale açan Enerji ve Tabii Kaynaklar, Altyapı ve Ulaştırma, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi bakanlıkların başına da daha önce buralarda müsteşar, genel müdür olarak görev yapmış ‘mutemet’ adamlarını yerleştirdi.
Kurgulanan bu devlet ve yönetim modeli, etkisiz ve kendi bakanlıklarıyla ilgili her konuda bile son sözü Cumhurbaşkanı’nın söylemesine itiraz etmeleri söz konusu olmayan kabineyle, tek kişinin kontrolüne bırakılan kamusal organizasyon ve koordinasyon teklemeye, siyasi krizi ve bunun ekonomik yansımalarını göstermeye başladı.
Ekonomideki hemen tüm göstergeler art arda hızla inişe geçti. 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7.3 olan büyüme hızı son açıklanan 3. çeyrekte yüzde 1.6’ya, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış olarak da yüzde -1.1’e indi. Sanayi üretim endeksi art arda kesintisiz şekilde düşerken son açıklanan Ekim 2018 verisiyle yüzde 5.7 daha indi.
İşsizlik en son Eylül 2018 rakamlarıyla yüzde 11.4’e yükselerek 2009’daki küresel-finansal krizi dönemi işsizlik düzeyine yaklaştı. Genç işsizlik yüzde 21.6’ya kadınlardaki işsizlik yüzde 27.2’ye, çalışma çağında olup, ne eğitimde-ne işte olanların, yani boşta gezenlerin oranı yüzde 27.4’e yükseldi.
İşsizlik sigortası maaşı almak için başvuranların sayısı ağustos ayından bu yana yüzde 100’e yakın artarak, Kasım 2018’de 207 bin kişiye yükseldi. Bu sayı aylık bazda işsizlik sigortasına başvuranlar açısından tüm zamanların rekoru!
Diğer yandan karşılıksız çıkan çekler kasımda yüzde 60 artışla 25 milyar TL’yi aşarken, uygulamaya konulan KDV-ÖTV indirimlerine rağmen beyaz eşya satışları yüzde 18 geriledi. AKP’nin ekonomi politikalarının, büyüme ve istihdam hedeflerinin ana omurgasını oluşturan inşaat-konut sektöründeki daralma ise EKSİ yüzde 5.3’e çıktı.
Mayıs ayında başlayan ve ağustos ayında ABD ile yaşanan Rahip Brunson kriziyle zirveye çıkan ‘kur krizi’ sonrasında, ithalat hızla düşmeye, enflasyon hızla yükselmeye, ekonomide dolarizasyon ve TL’den kaçış hızlanmaya başladı.
Sanayi üretimi, yüzde 70 dolayında ithal ara malı, hammadde vb. dayalı ekonomide yaşanan kur etkisiyle daralma, ithalattaki sert düşüşler, dış ticaret açığında azalmayı ve üç aydan bu yana üst üste ‘cari fazla’ verilmesini sağladı.
Ancak 1992’den bu yana 2,7 milyar dolarla Ekim 2018’de en fazla aylık cari fazla verilmesi, gerçekte ekonominin çok ciddi ve kritik düzeyde daralmaya, küçülmeye başladığının göstergesi. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın açıkladığı resmi verilerle 870’e ulaşan konkordato ilan eden şirket sayısı gerçekte çok daha fazla.
Hükümette bunu bildiği için konkordato ilanını zorlaştıran yasa değişikliğini TBMM’den geçirdi. Ancak bu defa konkordato ilan edemeyenlerin iflaslarını peş peşe ilan etmeleri ve 2019’da iflas patlaması yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine-Maliye Bakanı Berat Albayrak, ekonomideki bu kötüye gidişi, ‘dış güçlere ve dışarıdan ekonomiye yapılan saldırıya’ bağlıyorlar.
Bakan Albayrak, 2019 bütçesini sunuş konuşmasında, ‘Ağustos başında bir yabancı başkentte yapılan toplantıda Türkiye’ye ekonomik saldırının planlanıp başlatıldığını’ söyledi. Ancak bu ülkeyi ve başkenti tüm ısrarlara karşın açıklamadı. Saldırının ‘püskürtüldüğünü’ ifade eden Albayrak, ekonomide ‘dengelenme’ sürecinin hızlandığını öne sürüyor.
Buna örnek olarak da, ekimde yüzde 25’i aşan enflasyonun kasımda yüzde 21’e gerilemesini, bütçenin kasım ayında 7.6 milyar TL fazla vermesini gösteriyor.
Ancak yılın son üç ayı için, hükümet zoruyla işletmelerin mecbur edildiği yüzde 10 indirim kampanyası, mobilya, beyaz eşya, konutta KDV-ÖTV indirimleri, ÖTV’nin sıfırlanması, TÜİK’in istatistik verilerinin güvenilirliği tartışmaları, bu düşüşte önemli etkenler.
Aynı zamanda 600 bini aşkın gencin başvurduğu ve 15’er bin lira ödediği bedelli askerlikten sağlanan 9.5 milyar TL, kasımda bütçe fazlası verilmesini sağladı. Bir defalık gelirlerle bütçe dengesinin sağlanması sanal ve aldatmacadan ibaret. Bedelli kampanyası bitti ve bir daha böyle bir gelir olmayacak.
O yüzden de Erdoğan hükümeti, aylardır yaptığı yerli paraya geçiş, yastık altı döviz ve altınların bozdurulması çağrılarına karşın, halka dolar, euro ve altına endeksli tahvil satarak borçlanmak zorunda kaldı. Bakan Albayrak, 17-21 Aralık arasındaki satışlarla ilgili olarak attığı twitter mesajında, halkı ‘güvenli ve yüksek getirili dolar, euro, altın tahvillerine yatırım yapmaya’ çağırdı.
Diğer deyişle, kur krizi sonrasında çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle, döviz ve dövize endeksli sözleşme yapılmasını yasaklayan, ihracatçıları, dövizlerini yurda getirip, yüzde 80’ini TL’ye çevirmeye mecbur eden Erdoğan yönetimi, içeride TL’ye güvenmeyen halkı, güvenli ve yüksek getirili dolar-euro-altın tahvili almaya, dövize ve altına yatırım yapmaya çağırarak çaresizliğini de ilan ediyor.
Aslında 2017’nin başından bu yana belirtileri artan ekonomik kriz, referandum ve seçimler öncesinde açılan harcama paketleri, kamu bankalarından kredi kolaylıkları, hazine kefaletiyle dağıtılan kaynaklarla sürekli ertelendi.
Gelinen noktada bankacılık sisteminin batak kredileri, 457 milyar dolara ulaşan dış borcun 352 milyar dolarının özel sektöre ait olması, kur ve enflasyon etkili krizi, zincirleme iflaslarla depreme dönüştürme yolunda.
Erdoğan yönetimi, 31 Mart seçimlerine kadar bunu geciktirmenin yollarını arıyor. İşsizlik fonu kaynaklarına, İller bankasının kredilerine dönük düzenlemelerle, bütçe dışı kaynak yaratılmaya çalışılıyor.
İnşaat sektörünü ayağa kaldırmak için önceki seçim dönemlerindeki gibi kredi faizlerinin yüzde 30’lara dayandığı bir ortamda, yine Ziraat ve Vakıfbank öncülüğünde, kamu bankalarına zorla faiz indirtilerek, aylık yüzde 0.98 faizli konut kredisi kampanyaları başlatılıyor.
Merkez Bankası’nın ağustosta 7.20 TL’ye çıkan dolar kuru ardından, 13 Eylül’de aldığı kararla yüzde 24’e çıkarttığı politika faizine rağmen, kurlarda umulan gerileme sağlanamadı. Aksine içeride yüzde 30’lara yükselen faizlerle şirketlerin, bireylerin krediye erişimi olanaksız hale geldi.
Bu da üretimi, tüketimi, harcamaları vurdu ve ekonomideki daralmayı, küçülmeyi hızlandırdı. Seçim yaklaşırken, siyasi telkinlerle Merkez Bankası bu ay faizlerde değişikliğe gitmedi. Aksine hükümet tarafından ocak ya da şubatta faiz indirimine zorlanabilir.
Erken seçim öncesi Ocak ayında Afrin’e başlatılan askeri harekâtın yanı sıra, şu anda Fırat’ın doğusuna yönelik bir harekâtın tartışıldığı dönemde, ABD ile yaşanan gerilim yine öne çıkıyor. Rahip Brunson krizi, ağır bir ekonomik bedelle çözülürken, Rusya’dan S-400, ABD’den F-35 uçak alımı, Halkbank davası, Gülen’in iadesi sorunları, 2019’a devrediyor.
Bunlara şimdi bir de Türk işadamı Ekim Alptekin’e Türk devleti adına ABD’de adam kaçırma, ajanlık, gizli operasyon, FBI’ya yalan ifade vs. iddialarıyla açılan dava eklendi.
AB ile gerginliklerde bazı iyileşmeler sağlansa da, vize serbestisi için gerekli kriterlerde, özellikle demokratik hukuk devleti, terörle mücadele yasası, yargı bağımsızlığı, devlet harcamalarının şeffaflığı, rüşvet ve yolsuzlukların önlenmesi, kişisel verilerin korunması vb. konulardaki tıkanıklık devam ediyor ve gelecek yıla sarkan sorunlar arasında. Tam üyelik ise Kaf Dağı’nın arkasında.
Başta, Milli Piyango’nun büyük ikramiyesinin AKP dönemindeki serüveninde aktardığım gibi, 2018’i ağır bir ekonomik krizin başlangıç yılı olarak geride bırakırken, 2019’a bu krizin daha ağır, sarsıcı ve derinleşerek yaşanacağı, siyasi ve dış politikadaki yansımalarının hızlanarak artacağı bir süreçle gidiliyor.