Çağı Aydınlatan Kadınlar

Çağı Aydınlatan Kadınlar

Feminizm Dalgası:          Türk modernleşmesinde kadın hareketlerini değerlendirebilmek için dünyada yaşanan ve daha sonra Feminizm adıyla bilimsel

Iran ABD’den Tamamen Yerli Uçaklarla Gelişiyor
Orta Doğu’da barış ihtimalini tehdit eden su krizi
Ekrem İmamoğlu : Bana tatil de yakışıyor

Feminizm Dalgası:

         Türk modernleşmesinde kadın hareketlerini değerlendirebilmek için dünyada yaşanan ve
daha sonra Feminizm adıyla bilimsel çerçevesi oluşturulan hareketlere bakmak ve sonrasında Türkiye’ye ilişkin bir şeyler söylemek gerekmektedir.

Kadın hareketi, çıkış noktası açısından bir özgürlük ve eşitlik hareketidir. Hareket
toplumun özgürleşmeye, bireyselleşmeye başladığı, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu,
siyasal ekonomik dönüşümlerin yaşandığı 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl boyunca ideolojisini
belirlemiş ve daha sonra “feminizm” kavramıyla kendini ifade etmiştir

.
Feminizm siyasi bir terim olarak bir 20. yüzyıl buluşudur. 1900’lü yılların ortalarından
itibaren de günlük dilin bir parçası olmuştur. Bu kavram, kadınların üzerindeki erkek
egemenliğine bir tepki olarak kademeli bir şekilde vücut bulmuştur.

             Modern anlamda ise feminizm kadın hareketiyle ve kadının sosyal rolünü geliştirme
çabalarıyla ilişkilendirilir. Kadınların böyle bir çabaya girişmelerine sebep olan iki temel inanç
vardır. Bunlar; kadınlar cinsiyetleri nedeniyle dezavantajlı durumda oldukları ve bu dezavantajlı
durumlar ortadan kaldırılabilirliği üzerinedir. Fransız İhtilali ile başlayan kadın hareketleri
ancak 19. yüzyılın ortalarında bir ilgi odağı haline dönüşmüştür. ABD’de 1840’larda, İngiltere’de
1850’lerde ilk örgütlü kadın hareketleri gelişmiş ve kadınlar, bazı yürüyüşlerle kamusal alanda
seslerini duyurmaya başlamışlardır.

“İlk dalga” feminizm olarak adlandırılan bu olaylar 1893’te Yeni Zelanda’da yürürlüğe giren kadınlara seçme hakkının verilmesiyle sona ermiştir. ABD’de 1920’de, İngiltere’de 1918’de kadınlara seçme hakkının verilmesiyle kadın hareketleri ilginç birşekilde sonlanmıştır .

Çünkü seçme ve seçilme hakkıyla erkeklerle eşit haklara sahip olmayı hedefleyen kadınlar, elde ettikleri bu haklarla erkeklerle eşit oldukları kanılarına varmışlardır. Ancak durumun bu kadar basit olmadığı “ikinci dalga” feministler tarafından 1960’larda anlaşılmıştır.

Ataerkillik, feministlerin kadın ve erkek arasındaki güç ilişkisini anlatmak için
kullandıkları bir kavramdır

              Bu kavramın anlamı “babanın yönetimi” olduğu ve aile içindekikoca-baba üstünlüğüne tekabül ettiği için radikal feministler tarafından ortadan kaldırılmasıgereken bir durum olduğu görüşü ileri sürülmüştür.

Çünkü feministlere göre aile içindekiataerkillik rolü sadece aile içinde sınırlı kalmayıp kamusal alana da sirayet etmiş ve eğitim, iş,siyaset gibi alanlarda da erkek hâkimiyetine yol açmıştır. Bu durumun ise toplumun yarısı olankadınların diğer yarısı olan erkeklerin egemenliğine girmelerine sebep olduğu düşünülmüştür.

Özgürlük ve Eşitlik Meselesi:

           Doğaya ilişkin çözümlemeleri, insanın özü itibariyle iyi olduğuna ilişkin görüşü
ve toplumsal sözleşme öğretisi ile Hobsbawn’ın tabiriyle devrimler çağının(1789-1848) arifesinde, fikirleriyle bu çağı fitilleyen bir düşünür olan Rousseau,1712 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde dünyaya gelir. Annesi onu doğur duktankısa bir süre sonra ölür; babası ise henüz Rousseau 10 yaşındayken hapse girmemek için onu terk ederek Cenevre’den ayrılır. Klasikler ve felsefe üzerindeki eğitimi yarım kalarak 16 yaşına kadar noterlik, mühendislik ve oymacılık alanlarında çıraklık yapar.

Hayatına kısa süreli kadınlar girer ancak en uzun süreli ilişkisi çamaşırcı olan bir kadınla olur ve ondan beş çocuğu meydana gelir. Ancak çocuklarına bakmaz ve hepsini yetimhaneye verir. Bu yaşam kuşkusuz Rousseau’nun hem düşün dünyasını hem de kadınlara yönelik tutumlarını etkiler.

Öteyandan çağından farklı bir düşünürdür Rousseau. Özellikle yaşadığı dönemin aklı
kutsamasına karşı duyguyu ön plana taşımasıyla farklılaşır.

Varılan noktada sanatçının özgürlüğünün sınırında bir alan olan deneysel sanat üretimleri-pratikleri günümüz postmodern toplumunda sanatçıların ortak dili haline dönüşmüştür. Sanatın varlık nedeninin hiçbir zaman aynı kalmaması, sanatçıları kendi dünyalarında bir yolculuğa çıkarmıştır.

Courbet 1850’deki Gerçekçilik Manifestosu’nda: yaşayan sanat yapmak hedefim budur, demişti. Epiktetos (1999) ise; yaşamındaki sınırlar yalnızca senin belirlediklerindir demektedir. Sanatçının içsel yolculuğunda deney, katalizör haline gelir.

Güçlü kadın güçlü türkiye

 

COMMENTS

WORDPRESS: 0
DISQUS: 0