“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğ
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın
düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği
diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak
ödenir. Size zulmedilmez.”
Üstünde yaşadığımız ve ‘Cennet Vatanımız ‘diye isimlendirdiğimiz bu kutsal toprakları,
canımızdan, kanımızdan daha çok sever; malımızdan, evlatlarımızdan daha aziz biliriz. Onun ebedî olması uğruna canımızı, malımızı seve seve feda ederiz; bu konudaki inanç ve kararlılığımızı dost-düşman herkes bilmektedir.
İşte bu meziyetlerden dolayıdır ki vatan savunmasını imandan bir parça olarak kabul eden Türk Milleti, vatan için dökülen kanı, vatansız nefes alan bir cana tercih etmiştir.
Atalarımız, canını, malını ve iman dolu benliği ile bütün varlığını şu an üzerinde yaşadığımız
kutsal vatanımıza hediye etmiştir. Gözü doymayan, her zaman başka milletlerin topraklarına
el atmaya çalışan insanlar olacaktır.
İşte bu gafillere karşı, yüce Allah “kuvvet ve savaş atları hazırlayın” diyor. Öyle ise bizler de zamanın en güçlü ve en kuvvetli araç ve teçhizatlarını hazırlamalıyız. Vatanımızı düşman emellere bırakmamak için her an hazırlıklı olmalı, bunları yerine getirerek de yüz binlerce şehit atalarımızın ruhlarını şad etmeli ve iman dolu yüreğimizi düşmana göstermeliyiz.
Atalarımız ne güzel buyurmuş: “Su uyur, düşman uyumaz!”, “Düşman karınca da olsa hakir görme!” Bu sebeple dinimiz, vatan savunmasına büyük önem vermiştir. Nitekim bir hadis-i
şerifte, “ِkorkusundan Allah Biriَ .”
ağlayan, diğeri de Allah rızası için (vatanı savunmak üzere) nöbet bekleyen iki gözü cehennem ateşi yakmaz” buyurularak vatan savunmasının önemine dikkat çekilmiştir.
Atalarımız, yeryüzünün en güzel, en bereketli topraklarını kendilerine vatan olarak seçmişler,
buram buram tüten bu toprakların düşmanın kirli çizmeleriyle çiğnenmesine müsaade
etmemişler; bu uğurda savaşmışlar, gerektiğinde ise seve seve mallarını ve canlarını feda
etmesini bilmişlerdir.
Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanan aziz vatanımızın kıymetini iyi
bilmemiz gerekir. Milli şairimiz M. Akif ERSOY;
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı!
Verme, dünyaları da alsan bu cennet vatanı.”
dizeleriyle bu gerçeği veciz bir şekilde dile getirmektedir.
Ayet-i kerimeden anlayacağımız kadarıyla, hiç kimsenin boyunduruğu altına girmemek,
bağımsız bir şekilde yaşamak, bu aziz toprakları bizden sonraki nesillere hediye etmek, can ve
mal emniyeti ile huzur ve güven ortamı içinde yaşamak, her türlü saldırıya karşı koyacak
nitelikteki güçlü ve etkin bir savunma ile mümkündür.
Özellikle büyüğün küçüğü yuttuğu, güçlünün zayıfı ezdiği ve çeşitli haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada yaşamak ve varlığı korumak için güçlü olmak ve muhtemel saldırılara karşı tedbirli olup, savunmaya ağırlık vermek zaruridir.
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı, değer.
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!” (Safahat )
Şehit Annesi Olmak Ne Demek?
Görüştüğüm annelere “Siz kimsiniz?” diye sorduğumda bu soru onları şaşırttı, ne demek istediğimi anlayamadılar çünkü kendilerine ait, bireysel, bir kimlik algıları yoktu. Soruyu değiştirip “Kendinizi tanıtabilir misiniz?” diye sorduğumda kendilerinden bahsetmeye başladılar. Ancak bu soruya verdikleri cevap da bireysel bir kimlik algısını yansıtmıyordu. Bu annelerle görüşmeye başladığımda ilk dikkat çeken unsur şehit babalarınkinden farklı olarak “siz kimsiniz?” sorusuna verdikleri yanıttır.
Örneğin şehit annesi Ayşe şöyle tanıtıyor kendisini: “İşte şehit annesiyim, ev hanımıyım. Nasıl
tanıtayım işte yıllardır çocuklarını okutan büyüten bir anne.”
Başka bir anne Meryem ise şöyle:
Şehit annesiyim. (…)Ben şimdi çok küçük yaşlarda evlendim. Ben 16 yaşında anne oldum ben. Derken babamızla aramızda, çocuklarımın babasıyla aramızda olan sorunlar yaşadım. (…) Belli bir yaşa geldiğim zaman 4 çocuk annesi oldum. Bu ona kadar 4 çocuk anası oldum.
Görüldüğü gibi anneler kendilerini aile içerisinde, aile ile tanımlıyorlar.
Bu alıntılar bize şunu gösteriyor kadınlar kendilerini bağımsız birer birey olarak değil, bir ailenin parçası olarak görüyorlar. Öte yandan, şehit
babaları için “siz kimsiniz?” sorusu beklenmedik bir soru değildi. Annelerle kıyaslandığında cevapları daha kişisel bilgiler içeriyordu. Kendilerini ailesel bağlar içerisinde tanımsalar da, kişisel bilgilere öncelik veriyorlardı.
Örneğin, şehit babası Hamit şöyle cevaplıyor:
Adım Hamit, şehit babasıyım. Ben Karabük-Demir Çelik işletmelerinde üst düzey görevlere kadar gelmiş bir idareciyim. İkimizde emekli olup buraya geldik. 1 kızım 1 oğlum vardı. Biliyorsunuz oğlum şimdi çok uzaklarda. Bir diğer şehit babası ise şöyle: İsmim Kemal. 1950 doğumluyum. Sivas Zaralıyım. Kuruluştaki yönetimin 2. Başkan. Federasyondan
da terör mağdurlarının da 2. Başkanı benim.
Yukarıdaki alıntılardan da görüldüğü gibi bu anneler oğullarının ölümünden sonra kendileri her şeyden önce “ben şehit annesiyim” diye tanımlamaya başlamaktadırlar. Bu anneler genç yaştaki oğullarını askere gönderiyorlar. Onlar oğullarının askerliğini yaparak dönmelerini beklerken oğullarının ölümü ile karşılaşıyorlar. Anneler çocuklarının zamansız ve hatta anlamsız bir nedenle kaybettiklerinde büyük bir travma yaşıyorlar.
Hemen hepsi hayatlarının geri kalanını “duygusal ve ruhsal olarak sakatlanmış”11 insanlar olarak sürdürüyorlar.
Oğullarının neden öldüklerini açıklayamıyorlar kendilerine. Bu nedenle ölümü ve sevdikleri insanı kaybetmenin yarattığı boşluğu anlamlandırmaya ihtiyaçları var. Bu noktada şehitlik, görüştüğüm anneler için, sevdikleri insanın kaybını anlamlandırmaya ve sonrasında yaşanan acıyı katlanılabilir kılmaya yarayan bir kavram.