18. sonlarında Osmanlı Devletinde Nizam-ı Kadimin değişip Nizam-ı Cedide geçiş yapıldığı günden itibaren Ordu, yeni nizama savaş açmış ve yönetime sür
18. sonlarında Osmanlı Devletinde Nizam-ı Kadimin değişip Nizam-ı Cedide geçiş yapıldığı günden itibaren Ordu, yeni nizama savaş açmış ve yönetime sürekli müdahale etmeye başlamıştır. Ordu, askeri sistemdeki aksaklıklara reformlarla müdahalede bulunmak isteyen padişahları tahtan indirmiş yerine Osmanlı Hanedanından başka birini getirmiştir. Ordu, bozulmaya başlayan yapısını devam ettirmek ve mevcut statüsünü korumak için mücadele etmiştir. Devletin yıkılışına doğru yeni düzenin yetiştirmiş olduğu subaylar daha fazla değişim talebi ile aynı yola başvurmuştur. 19. yüzyıldan itibaren kurulan askeri okullarda yetişen Osmanlının modern eğitimli subayları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna öncülük etmiştir. Ordu, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Kemalist Rejim’in varlığının benimsenmesi ve sürekliliğinin sağlanması için çaba sarf etmiş ve siyaset üzerinde darbeler yoluyla vesayetçi bürokratik kurumlarını oluşturmuştur. Ordu, rejimin varlığını bahane ederek siyaset üstü konumunu pekiştirip muktedir bir siyaset gütmüş fakat soğuk savaşın bitiminden sonra dünya genelindeki eğilime uyup zaman içinde bu rolünden uzaklaşmaya başlamıştır.
Daha sonra Türkiye’de İslamcılık yükselişe geçince bazı kesimler endişelenmeye başlamış ve Ordu eliyle postmodern bir tarzda siyasete tekrar müdahale edilmiştir. Halkın büyük desteğine mazhar olan AK Parti İktidarı döneminde ise Ordu zamanla siyaset üstü konumunu terk etmek zorunda kalmıştır. Tam da Türkiye’de artık askerin siyasete müdahil olma dönemi kapanmıştır derken devletin bütün kademelerine sızmış Gülen Cemaatine bağlı bazı ordu mensupları aldıkları emirle darbe yapmaya girişmiş fakat egemenlik haklarına müdahale edilmesinden bıkmış olan halkın sert tepkisiyle karşılaşmıştır.
Tarihsel-betimsel bir yöntem ve alan yazınına dayalı olarak hazırlanan bu çalışmada; Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından FETÖ’nün askeri darbe kalkışmasına kadar ordunun siyaset ile kesişme noktaları, darbeler, muhtıralar, anayasal düzenlemeler ve oluşturulan vesayet odakları Ak Parti İktidarı öncesi ve sonrası şeklinde sınıflandırılarak ele alınmıştır. Ordu-siyaset ilişkisi kavramsal olarak irdelenerek Türk Ordusunun siyaset ile ilişkisi analiz edilmeye çalışılmıştır. Son olarak demokrasi ve demokratikleşme kavramları irdelenerek demokratikleşme dalgaları bağlamında askeri darbeler değerlendirilmiş ve Türkiye’deki askeri darbelerin nedenleri sorgulanmaya çalışılmıştır.
Türkiye, kuruluşundan itibaren siyasal, toplumsal ve ekonomik anlamda bir dizi reform yapılmış olsa da yeniden yaratılmış bir devlet olmayıp köklü bir geleneğe sahip olan Türk devlet sistemini de miras aldı. Bu sistemde kuşkusuz ordu her zaman belirleyici olmuş, çoğu kez devlet bir ordu görünümünde olmuştur. Türklerin İslam’la tanışmasından itibaren devlet ve ordu bütünleşmiş sürekli fetihlerle genişleyip ilerlemiştir. Fetihlerin durmasından itibaren ilgisini başka alanlara kanalize eden bu devasa ordu ekonomik hayat ve siyasetin içinde yer almaya başlayarak sistem sorunlar üretmeye başlamıştır. Sistemin sorunlarını çözmeye çalışan hükümdar ve devlet adamları ordunun müdahalesi ile karşılaşmış ve Türk siyasal hayatında günümüze kadar süren bir süreci başlatmıştır.
Başlangıçta mevcut konumunu korumaya çalışan ordu, yeniçerilerin 1826 (Vaka-i Hayriye) yılında kaldırılmasından itibaren batılı tarzda yetişen modern subaylarla devletin zirvesinden daha çok reformist davranarak modernleşme için mücadele etmiştir. Bütün çabalara rağmen ülkenin makûs kaderini değiştiremeyen subaylar modern Türk devletinin kurulmasına öncülük etmiştir. Türkiye’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, askerden kışla veya siyaset arasında tercih yapmalarını istemiştir. Bu tarihten itibaren ordu tek parti dönemi boyunca Atatürk’ün isteği doğrultusunda kışlasına çekilmişti, fakat Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama misyonunu hiç bir zaman terk et-memiştir. Cizre’nin belirttiği gibi burada esas amaç modern batıda olduğu gibi orduyu bir sivil hâkimiyetin altına sokmak değildi.
“Tek amaç ordunun büyüyüp egemen sınıfa rakip olmasını engellemekti.” Bu sebeple ordu politika karşısında konumlanarak Kemalist sistemin bekçiliğini yapabilir; etnik, irticai ve ideolojik tehlikelere karşı meydan okuyabilirdi. Bu politika karşıtlığı konumundan beslenen ordu, Kemalist ideolojiyi ve devletin bütünlüğünü koruma adına 1960, 1971 ve 1980 yıllarında sahneye çıkmıştır. Daha sonra 20 yıl içinde yapmış olduğu üç darbe ile tesis etmiş olduğu sivil ve askeri bürokratik kurumlar sayesinde vesayetini devam ettirmiş 1997’de post modern bir yöntemle siyasette adından söz ettirmiştir. Uluslar arası konjonktürün yumuşadığı bir dönemde her seferinde meydan okuduğu bir siyasi akımın tek başına iktidara gelmesi neticesinde bütün vesayetçi kurumları ile beraber direnç göstermiş ve son hamlesini 2007 cumhurbaşkanlığı döneminde bir e-muhtıra ile yapmıştır. Fakat daha önce gerçekleşen darbe koşullarının oluşmamış olması, halkın iktidara olan büyük desteği ve hem içerde hem de dışarıda gösterilen sert tepkiler karşısında daha fazla ileriye gidememiştir. İktidar partisi AB’ye üyelik sürecini gerekçe göstererek çıkarmış olduğu uyum paketleri ile ordunun vesayet odaklarını bertaraf etmeye çalışmıştır. Bu dönemde yürütülen darbe soruşturmaları ile beraber ordunun dokunulmaz konumu yok edilmiş fakat bir taraftan da başka mağduriyetlerin doğmasına yol açılmıştır. Sonradan ortaya çıkan gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla orduyu ele geçirmeye çalışan bir paralel devlet yapılanması askerlere kumpas kurmuştur. Fethullahçı Terör Örgütü adı verilen bu yapılanma ifşa olduktan sonra kendisini korumak ve devleti ele geçirmek için darbe yapmaya kalkışmış fakat nihayetinde halkın sert tepkisiyle karşılaşmıştır.
Bir örgütün orduyu ele geçirmeye çalışması ve halkın canı pahasına karşı koymuş olması Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinde nirengi noktasını değiştirmiştir. Yapılan teorik incelemeden anlaşıldığı gibi askerin siyasete her müdahalesinin çeşitli gerekçeleri olsa da aslında o ülkenin siyasal düzeni ve ordunun taşımış olduğu misyonla alakalıdır. Güçlü bir siyasi kültüre ve ekonomik gelişmişlik düzeyine sahip siyasal düzenlerde ordunun almış olduğu pozisyon farklılık göstermekte ve askeri müdahalelere izin vermemektedir. Türkiye’nin asker-sivil ilişkileri bakımından istenilen düzeye gelebilmesi için siyasal düzeninde gerekli siyasal, ekonomik ve hukuki reformlar yapılarak gelişmiş ülke normlarına erişmesi sağlanmalıdır. Ordu’nun 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2007 yıllarında siyasete yapmış olduğu müdahalelere bakıldığında belli başlı gerekçeleri ileri sürdüğü görülmektedir. Bu gerekçeler; devletin bölünmez bütünlüğünü koruma, Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına sahip çıkma, siyasal şiddeti ve ekonomik çöküntüyü önleme ve irticai faaliyetlerin önüne geçmek şeklinde özetlenebilir. Askerin öne sürdüğü gerekçelerin dışında ABD ve NATO’nun siyasi iradeye istediği kararları aldırmak için müdahale yaptırdığına dair iddialar da mevcuttur. Amaç devletin bölünmez bütünlüğünü korumak, siyasal şiddeti ve toplumsal bölünmeyi önleme ise kuşkusuz en iyi yöntem sivil siyasi iradeye müdahalelerde bulunmak yerine sivil iradenin ve demokratik hukuk normlarının güçlendirilmesini sağlamak gereklidir.
Ülke insanları ötekileştirilmeden, dini, dili, siyasal ideolojisi ne olursa olsun kendisini özgür biçimde ifade edeceği siyasal ortam oluşturulmalıdır. Bunun aksine demokrasi askıya alındığı zaman sistemin kendi içinde yaşamış olduğu krizleri demokratik gelişim içerisinde aşması önlenmiş olur ve her defasında sorun daha da içinden çıkılmaz bir hal alır. Amaç Atatürk ilke ve inkılâplarını korumak ise bu en başta devrimci bir kişiliğe sahip olan Mustafa Kemal’i yeterince anlamamak demektir. Zira 1920’lerde ortaya konulan ilkelerin devletin ömrünün sonuna kadar korunmaya çalışılması devletin gelişimine, ilerlemesine ve ideal demokratik normlara erişmesine engel olmak demektir. Bu da kuşkusuz devrim düşüncesiyle bağdaşmaz ve devleti gerilemeye sevk eder. Amaç siyasilerin keyfi harcamalarının önüne geçip ekonomik çöküntüyü önlemek ise kuşkusuz en başta yapılması gereken askeri harcamaları azaltmak ve yapılan harcamaları şeffaflaştırmaktır. Amaç irticayı önlemek ise Türk Medeniyetinin doğmasına vesile olup gelişip ilerlemesini sağlamış bir dinin irticaya yol açacağından endişe duymak yersizdir. Amaç %99’u Müslüman olan bir ülkenin kendi inancını yaşamasını önlemek ise bu demokrasi ve ahlaki normlarla pek bağdaşmayacaktır. Darbelerin sadece Türkiye’ye özgü olmadığı ve dünyada birçok yerde benzer gerekçelerle meydana geldiği anlaşılmaktadır. Dünyada demokrasilerin geri çevirimi olan ikinci ters dalga döneminde Türkiye ve Yunanistan dahil Latin Amerika, Asya ve Afrika’da çok sayıda darbe gerçekleşmiştir.
Dünyayı yöneten egemenler soğuk savaş döneminde her hangi bir bölgede istedikleri kararları aldırmak ve istedikleri eylemleri gerçekleştirmek için kendi ülkelerinde demokrasileri savunurken yönetmek istedikleri ülkelerde askeri darbelerle demokrasileri ayaklar altına almıştır. Türkiye’de bu amaçlarına erişmek için kurucu elitlerin taşıdığı hassasiyetleri kullanmışlar ve askeri darbelere ortam hazırlayarak Ordu’yu darbe yapmaya teşvik etmişlerdir. Son askeri darbe girişimi iki şeyi net olarak ortaya çıkarmıştır. Birincisi Türkiye’de halkın artık askeri darbeleri kesinlikle istemediği ve kendi iradesine karşı yapılabilecek herhangi bir girişime canı pahasına sert tepki vereceğidir. Bu demokrasinin konsolidasyonu açısından oldukça önemli bir adımdır. İkincisi ordunun sivil iradenin ve dolaylı olarak halkın kontrolünde olmasının önemi anlaşılmıştır.
Çünkü ülkeyi ele geçirmek isteyen herhangi bir örgütün dış des-tekçileriyle nasıl felaketlere yol açabileceği gözler önüne serilmiştir. Bu yüzden iktidar 15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra ordunun yapısıyla ilgili yıllardır yapılmak istenip de bir türlü yapılamayan bir takım değişiklikleri hemen yapma yoluna gitmiştir. Umulur ki Türkiye hükümeti, ordusu, milleti, polisi ve bütün bürokratik kurumlarıyla birlikte bölünmez bütünlüğünü sürdürmek ve demokratik standartlarını yükseltmek için her zaman güven içinde birlikte mücadele eder. Böylece Türkiye demokratik ve ekonomik göstergeler bakımından zirveye erişip tarihi ve kültürel bağları olan bütün kardeşlerine model ve destek olur. Çünkü yaşanabilir daha iyi ve adil bir dünya için Türkiye’nin geçmişinden aldığı potansiyele ihtiyaç vardır.
COMMENTS