Para Kazanmak Siyasi Çalışmak İçin Din Kullanabilirsin

Din siyasi adeti mi? Din, toplumun temel kurucu güçlerinden biri. Avrupa’da aydınlanma dinin siyasi bir araç olarak kullanılmasının yol açtığı yozlaş

Terim Artık Fedası Yok
Yeni ‘Uzun Yaşayan Tunus’ siyasi partisi, öncül Chahed liderliğinde doğdu

Din siyasi adeti mi?

Din, toplumun temel kurucu güçlerinden biri. Avrupa’da aydınlanma dinin siyasi bir araç olarak kullanılmasının yol açtığı yozlaşmaya karşı bir tepkiydi. Türkiye’deki laiklik de, Osmanlıyı yönetenlerin yozlaşmanın üstünü örtmek için dini kullandığı benzer bir bağlamda ortaya çıktı.

Yaklaşık 100 yıl sonra şimdi de Türkiye, ilk defa alenen İslamcı bir lidere sahip ve bir kez daha din siyasi yozlaşma için potansiyel bir vasıta haline geldi.

1618 ile 1648 yılları arasında süren 30 Yıl Savaşları dini görüş ayrılıklarından kaynaklanan bir dizi siyasi savaşı anlatır. Mezhep savaşlarının gerisinde, Habsburg Hanedanı ile Fransa arasındaki çatışma yatıyordu. Bu savaşlarda yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi, bütün Avrupa kıtlık ve hastalıktan kırıldı.

  1. ve 18. yüzyıllar arasında cadı avları yaşandı, çoğu yakılan 80 bin kadar kişinin ölümüyle sonuçlandı. Cadı avları kilise için kendi üstünlüğüne tehdit olarak gördüklerini, ortadan kaldırmanın bir yoluydu.

Tanrı’nın buyruklarına karşı gelip Şeytan’la işbirliği yaptıkları iddia edilenlere karşı yürütülen bu cadı avlarını Engizisyon Mahkemeleri yürütüyordu.

Ortaçağ Avrupa’sında kilisenin tahakkümünde bir siyasi ve toplumsal yapı mevcuttu. Mutlak monarşiler, hükümdarlık otoritelerinin kaynağının Tanrı olduğunu iddia ediyorlardı. Kral ya da feodal kilisenin desteğiyle bu ilahi buyruktan güç alıyor, insanları haklarından ve adaletten mahrum bırakıyordu.

“Din Toplumun Afyonudur” (Karl Marx)

Sonuçta Avrupa’nın yerleşik dini inanışlarının nasıl yorumlanacağı konusunda ihtilaf oluştu ve yeni görüşler ortaya çıktı. 17-18. yüzyıllar arasındaki aydınlanma süreci bu konjonktürün sonucuydu.

Din kamuların afun mu?

Aydınlanma döneminde deizm, panteizm, ateizm ve agnostisizm felsefeleri yeniden canlandı. Daha sonra Marksist görüşlerin temelini oluşturan materyalizm, kilisenin mantık dışı uygulamalarına gösterilen tepkiden doğmuştu.

Karl Marx’a göre din sömürü ilişkilerini gizleyen bir örtüydü, halkı uyuşturan bir afyondu ve onların hakikati görmesini engelliyordu. “Bu nedenle din reddedilmelidir” diyordu Marx.

Ona göre din, bir insanı kendisine yabancılaştırıyordu. Bu yabancılaşmayı önlenmenin yolu ise her şeyde aklı rehber almaktı. Dinin Avrupa’yı maruz bıraktığı yıkımı bilen Marx için, bu şekilde düşünmek normaldi.

Din böyle olmaz

Din sadece Avrupa’da yıkım yaratmadı, İslam dünyasında da yarattı. Aydınlanma döneminde Osmanlı aydınları bunu gördü ve değerlendirdi. Bunlardan biri olan tanınmış ilahiyatçı Said Nursi, Sultan II. Abdülhamid’i şu şekilde eleştiriyordu:

“Şeriat (hükümleri) bakımından rüşvet verirlerdi. Oysa dini meseleleri terk edip feda etmek zarardan başka bir şey getirdi mi?”

II. Abdülhamid’in kendi rejimine destek vermeleri için dini yetkililere rüşvet verdiği doğrudur ve bunun sonucu da Avrupa’da kiliseye karşı gelişen tepkilere benzer oldu.

O dönemde yaygın dini propagandaya rağmen İslam’a ve onunla bütünleşmiş inançlara karşıt iddialar yükseldi, pek çok kişi bunları benimseyerek inancını yitirdi.

Din halkın afyonu mu?

Doğaldır ki, insanlar kötü işler yapanların dindar insanlar olduğunu gördüler ve yaptıkları için dini suçladılar. Osmanlı İmparatorluğu’na materyalizmi getiren Beşir Fuad’dan, biyolojik materyalizme inanan Abdullah Cevdet’e pek çok aydın dinin suiistimaline tanıklık etti ve kendi görüşlerini de buna bir tepki olarak geliştirdi.

Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi isimler bu hattın Türkiye’nin sekülerleşmesine büyük katkısı olduğunu düşünseler de, Avrupa ölçütleriyle bir aydınlanma hiç olmamıştı.

Bunun nedeni ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de dâhil olmak üzere pek çok siyasetçinin dini, kendi siyasi amaçları için kullanmayı tercih etmesiydi.

Cumhuriyet’in gelişiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan zengin ve canlı fikir alışverişinin yerini uzun ve derin bir sessizlik aldı.

Diğer otoriter liderler gibi Atatürk de farklı görüşlere açık değildi. Ülkesini Hobbes’un Leviathan’ına çevirmeyi tercih etti. Gerçek bir aydınlanma yaşanmadığından, dinin suistimale açıklığı devam etti.

Atatürk’ün ölümünden sonraki 80 yıl boyunca saklanan din, bir kez daha insanları harekete geçirecek bir araç olarak kullanılıyor. Fakat bu defa din sadece kitlelerin afyonu değil, bir kez daha rüşvet olarak kullanılıyor.

Sözde ve fiilde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için büyük bir güç kaynağı oldu. Türkler rüşvet karşılığında Erdoğan’ı desteklerken Anglo-Sakson tarzı sekülerizme dayalı dini özgürlüklerinden vaz geçtiler.

Başörtüsü, dini okullarda bir rüşvet konusu oldu. Her gün yoksullaşan bir ülkede yüzbinlerce din görevlisinin maaşları sürekli artıyor, üstüne de rüşvetler ekleniyor. Bakanlıklarda mevkiler belirli dini cemaat ya da tarikatların mensuplarına veriliyor ki, bürokratik görevlerin liyakate bakılmaksızın dağıtılması da bir yolsuzluk biçimidir.

Hükümet adına dini broşürler veya Kürtçe Kuran yayınlama ihaleleri bir diğer rüşvet biçimi. “Ama ben Müslümanım” diyen yüzbinlerce hatta milyonlarca kişi, adeta helalmiş gibi davranarak rüşvet alıyor.

Aslında aldıkları ülkenin ve dinin geleceği. Bu pervasız yozlaşmanın yayılması bir toplumun çöküşünün en temel ve önemli nedenlerinden biridir, öyle değil mi?

Yolsuzluğun sonuçları sadece ekonomik mi? Hayır. En büyük sonucu inanç alanında yaşanıyor. Tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında ya da geçen yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi, düşünen insanlar bu adaletsizliğin, kötülüğün, hırsızlığın, ahlaksızlığın ve zalimliğin kaynağına dönüyorlar. Bütün bunlar din adına yapılıyor ve suçlanan din oluyor.

http://erkamguler.blogspot.com/2014/10/din-kitlelerin-afyonumudur.html

Farkında olsunlar ya da olmasınlar, insanlar bu inanç sisteminden uzaklaşıp başkalarına yaklaşıyorlar. Deizme, panteizme, agnostisizme ve ateizme yöneliyorlar. Benim gibi monoteizme inananlar için bu çok üzücü.

İslam’ın bir aydınlanmaya ihtiyacı olduğu gün gibi aşikâr. Bir aydınlanma ve akla dönüş olmaksızın İslam’ın parlak geleceğinden bahsetmek imkânsız.

İslam’ın temel kaynakları olan Kuran ile geleneğin tarihi, gelenekleri ve kültürü temizlenmeli, modern zamanlara uygun şekilde yeniden düzenlenmeli, akıl ve bilimle uyumlu şekilde yeniden yorumlanmalı.

Aksi halde insanlar Arap İslam’ı, Türk İslam’ı ya da İran İslam’ı adına kendi yorumlarını yayacaklar. Dünya da intikam, nefret, kan ve gözyaşı içinde boğulmaya devam edecek.