Uzun süredir dilinin altında bir şey vardı sanki. Konuşurken sözcükleri yuvarlıyarak konuşuyordu. İçkisiz tek bir dakika geçirmediği için sarhoşluğa
Uzun süredir dilinin altında bir şey vardı sanki. Konuşurken sözcükleri yuvarlıyarak konuşuyordu.
İçkisiz tek bir dakika geçirmediği için sarhoşluğa veriyordu herkes.
Rutin muayenelerinde de doktorlar bunun için aldırmıyorlardı.
Kendisi bile bunun böyle olduğuna inanıyordu.
Kalın, bariton sesiyle okuduğu şiirlerin sözcükleri kaydıkça hain bir gülümseme beliriyordu dinleyenlerin dudaklarında: Baba yine içmişti!
Hatta kendisi de içmemiş olduğunu bildiği halde içkidendir diye yorumluyordu bu durumu.
Tek parti döneminin yedi yıl bakanlığını yapmış “adamın” oğluydu.
Gazi Yaşargil’le sınava girip burs kazandığı halde babası, “Bakan kendi oğluna torpil yaptı derler!” diyerek yurt dışına göndermedi.
Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’nde Alman hocaların elinde Latince’nin yanında İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı öğrendi.
BBC’de Türkçe yayınlar servisinde spiker olarak çalışarak kendi parasıyla Cambridge’de okudu.
1953 yılında 39 yaşında alkolden ölen, en sevdiği şairlerden, Dylan Thomas’ın müze yapılmış evini ziyaret ederken cebinde taşıdığı bir şişe viski şerbet gibi bitti.
Kore savaşına katıldı. Bakan çocuğuyum diye torpil ve sahte sağlık raporları peşinde koşmadı; üstelik gönüllü gitti.
1956 altında Güler Yücel’le evlendi.
Baba evi Mevlevi tarikatı yuvası gibiydi. Eski bakan baba mevlit okuyor, evin müdavimlerinden Abdülbaki Gölpınarlı şarap kırmızısı yüzüyle dinliyordu.
Mao ve Che Guevara’dan şiirler çevirdi. Gizli örgüt üyeliğinden on beş yıl ceza yedi. İki buçuk yıl sonra 74 affıyla çıktı.
Mülkiyet, -bugünkü bakan çocuklarının tersine- var olanı da bir an önce elden çıkarmak anlamına gelirken Eski Datça’da bir ev aldı.
Ona Garip şiirinin yaşayan ve inatçı tek temsilcisi dediler.
Şiirlerinde Türkçenin ses olanaklarıyla sonuna kadar oynadı.
Bir Siyasinin Şiirleri’nde, “Bunlar ki hıyaneti battaniyeden yatan” diye yazdı.
En zor durumları alaya, yaşamı “ti”ye aldı.
Peşinde “Mare Nostrum”, “Sekiz”, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” gibi yüzlerce şiir bıraktı.
En sonu Prof. Leziz Onaran bir sohbette konuşmasından şüphelendi. Teşhisi koydu.
Dilinin altında fındık büyüklüğünde kocaman bir tümor vardı.
Hiç ölmeyecekmiş bir adam dağ gibi sarsıldı.
9 Eylül Üniversitesi oda verdi, gözbebeği gibi baktı. Ama tümor boğaza çoktan ulaşmıştı.
Geç kalınmıştı.
21 Ağustos’ta doğmuştu.
12 Ağustos’ta öldü!
Gömüleceği Datça’ya Ahmet Priştina’nın özel ve güzel töreniyle uğurlandı. Yollara günebakanlar (Ayçiçekleri) serpildi.
Bodrum’dan Feribot’a bindirildi, günebakanlarla donanmış tabutu Eski Datça’ya getirildi.
Toprağa defnedileceği gün toprak sarsıldı!
17 Ağustos’tu!
O korkunç 1999 depreminin olduğu gün!
Güler Yücel, eşinin Dylan Thomas’ı çok sevdiğini biliyordu.
Can Yücel’in evini, olduğu gibi müze yaptı!
Sanat Hayatı
Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Ant, İmece ve Papirüs adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği
, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi.
12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı.
Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengahenk” adlı kitabı toplatıldı.
1962’de İngiltere’deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel’in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır.
Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır.
‘Maaile’ şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. ‘Küçük Kızım Su’ya’, ‘Güzel’e’, ‘Yeni Hasan’a Yolluk’, ‘Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim’ bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı.
Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir.
Shakespeare’in ünlü ‘to be or not to be’ sözünü ‘bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin’ şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959’da ilk baskısı yayımlanan ‘Her Boydan’ adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.
Unutulmayacak!!!!
12 Ağustos 1999 tarihinde vefat eden Yücel’in cenazesi dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın katkıları ile Datça’ya getirildi ve 17 Ağustos 1999 tarihinde 1999 Gölcük depreminin meydana geldiği tarihte defnedildi.
Ölüm yıldönümlerinde anma törenleri, “şarap” içiliyor gerekçesi ile Datça Belediyesi tarafından yapılmadı. “Mekanım Datça Olsun” isimli bir kitap yazması ve yayınlaması nedeniyle, mezarı Datça şehrine defin edilen Yücel’in mezarı, Datça’da adına tören düzenlenmemesi ve başka yerlerde yapılan törenler nedeniyle yıkıma uğratıldı ve mezar taşı parçalandı.
Mezarı yakınında bulunan “Can Evi” isimli alan ise, bu yıkımın ardından kapatıldı.
COMMENTS