Rusya-Ukrayna restleşmesi Türkiye’yi Karadeniz’de sınıyor

Ukrayna ile Rusya arasında Azak Denizi üzerinde yaşanan kriz, zaten yaşanması an meselesi olan bir kazaydı. 25 Kasım’da Kerç Boğazı’nda Rus sahil koru

Ressam Ahmet Güneştekin’e Göre Para Varsa Sanat Önceliğini Alabilirsin Yoksa Kaybedersin
Kemal Kılıçdaroğlu Millet İçin Geliyoruz Ama Ne Oldu?

Ukrayna ile Rusya arasında Azak Denizi üzerinde yaşanan kriz, zaten yaşanması an meselesi olan bir kazaydı. 25 Kasım’da Kerç Boğazı’nda Rus sahil koruma gemileri iki Ukrayna gemisi ile onlara eşlik eden bir çekiciye saldırarak el koydu.

Ukrayna gemilerinin mürettebatı Moskova’ya götürüldü ve haklarında dava açıldı. Rus yetkililer Ukrayna’yı kendilerince bir provokasyon düzenlemekle suçluyorlar. Kiev ve onunla birlikte Batı açısından ise bu olay, Rusya’nın Azak Denizi’nin tamamı üzerinde hak iddia etme niyetinde olduğunu sergiliyor.  

 

Rusya’nın 2014 Mart’ında Kırım’ı ilhak etmesiyle Azak Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan Kerç Boğazı da fiilen Rusya’nın iç suyolu haline geldi. Boğaz üzerinde 17 km uzunluğunda bir demiryolu ve karayolu köprüsü inşa eden Rusya ticari gemilerini denetime tabi tutuyor.

Bunun sonucunda Ukrayna’nın Mariupol ve Berdyansk limanları ciddi iş kaybına uğradı, üstelik köprünün denizden yüksekliğinin düşük olması da büyük gemilerin denize ulaşmasını engelliyor. Kiev’in donanması karşılık vermeye çalışıyor. Ancak, Kırım’ı yuttuğunda Ukrayna’nın gemilerinin üçte ikisine de el koyan Rusya’nın Karadeniz filosuyla boy ölçüşemez. Kerç Boğazı’ndaki çekişme, Moskova’nın Ukraynalılara gücün kimde olduğunu gösterme şekli.

Komşu kapıdaki gerilim Türkiye’yi de rahatsız bir konuma soktu. Çünkü Türkiye hem Ukrayna hem de Rusya ile ortak olduğunu güvenle söyleyebilecek az sayıda ülkeden biri. Benzeri görülmemiş şekilde Rusya’ya yöneliş politikasını yöneten Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile ilişkileri geliştirmek için de elinden geleni yaptı.  

 


Türkiye ve Ukrayna, Kırım’ın ilhakı konusunda aynı itirazı seslendiriyorlar. Ticari ilişkileri ilerletmek ve hatta ortak savunma projeleri başlatmakta kararlılar. Ancak Azak Denizi’ndeki sorunlar hem Türkiye’ye tahıl ve metal ihracına darbe vuruyor hem de Türk denizcilik şirketlerinin gelir kaybına neden oluyor.

İdeal bir dünyada Erdoğan, Moskova ile Kiev arasında tercih yapmak zorunda kalmaz, ikisiyle de iş yapabilirdi. İlk hamlesi Poroşenko ve Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmeleri yaparak kaygılarını iletmek ve diplomatik çözüm çağrısı yapmak oldu. Ancak ikisinin de onu dinleyeceği son derece şüpheli. Kesin olan bir şey var ki, eğer Ukrayna Donanma Komutanı Ihor Voronçenko’nun Türkiye’den İstanbul Boğazı’nın Rus gemilerine kapanması ricasını Poroşenko da destekleyecek olursa bir sonuç alması mümkün değil.

Daha geniş bir çerçevede bakıldığında, Azak Denizi’ndeki restleşme Türkiye’nin Karadeniz’deki statü kaybının bir göstergesi. Geçtiğimiz 10 yılda, NATO Romanya ve Bulgaristan’ı da üye alarak genişleyince Rusya ve Türkiye arasında ittifakı uzakta tutmayı ve Karadeniz’i ikisinin müşterek hâkimiyet alanına çevirmeyi hedefleyen bir ortaklık kuruldu. Ayrıca, Türk karar alıcılar NATO ile Rusya arasında olası bir çatışmadan ürktüler, zira böylesi bir durumda maliyetin ziyadesiyle büyük bir kısmı onlara düşecekti.

 

 

Bu durum Ankara’nın 2008’de Gürcistan’daki savaşa karşı ihtiyatlı tepkisini açıklıyor. Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin askeri gemilerinin geçişine sınırlama getiren 1936 Montrö Sözleşmesi’nin katı bir yorumunda ısrar ederek, ABD’nin iki sıhhiye gemisinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçişini geciktirdi.  

Ancak Rusya, Türkiye’nin statükodan yana tavrını takdir edip bundan yararlansa da, fırsat doğduğunda bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmekte hiç beis görmedi. Kırım’ı ilhak etmesi, ardından yarımadayı silahlandırırken bir yandan da deniz gücünü artırması (örneğin yüksek hassasiyetli seyir füzeleriyle donatılmış gemilerin ve denizaltıların konuşlandırılması), aslında Rusya-Türkiye ikilisinin ortak güç tekeline son verdi.

Rusya’nın iki komşusunda daha -Ermenistan ve Suriye’de-, asker konuşlandırmasıyla karşılaşan Türkiye’nin dezavantajlı konumda olduğu açık. Türkiye’nin tercihi Rusya’nın peşine takılmak ama bir yandan da önlem almak oldu.

Resmi olarak Erdoğan, batının Rusya’yı çevreleme politikasına karşı. Pratikte ise Türkler, NATO’nun Karadeniz’de kırmızıçizgiler çizmeyi ve Moskova’yı askeri gücünü kullanarak ittifak üyelerine kabadayılık etmekten caydırmayı hedefleyen “uyarlanmış ileride kuvvet bulundurma“ yaklaşımını destekliyor.

Türkiye Romanya’daki çok uluslu askeri birliğe katkı verdi. NATO üyesi ülkelerin savaş gemileri, Karadeniz’de 2014 öncesine oranla çok daha sık seyir ediyor. Türkiye, örneğin Romanya’nın 2016’da önerdiği gibi daimi bir donanma gücü yoluyla, ittifakın mevcudiyetini kurumsallaştırmasına itiraz ediyor olabilir. Yine de NATO’nun artan mevcudiyeti doğrudan kendi çıkarına.

Türkiye’nin Azak Denizi krizinde NATO’nun ortak çizgisine bu kadar bağlı kalmasının nedeni de bu. Bu hafta Brüksel’deki dışişleri bakanları toplantısında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ittifakın Rusya’nın Ukraynalı denizcileri serbest bırakması çağrısına destek verdi. ABD de Akdeniz’de konumlu Altıncı Filo’dan bir gemiyi Karadeniz’e göndermeye hazırlandığını Türkiye’ye bildirdi.

Bu hamle eylemlerinin sonuçlarının olacağına dair Rusya’ya yapılmış bir uyarı, ancak ciddi bir tırmandırma adımı değil. Türk yetkililer Montrö Sözleşmesi’nin şartlarına uyulduğu sürece geminin geçişine itiraz edemezler. Erdoğan yine de ilgisiz bir üçüncü tarafmış gibi davranmayı sürdürecek, hatta restleşmede bir aracı olarak rol almak da isteyebilir. Birincisi kısmen doğru, ikincisi ise mümkün görünmüyor.